2009 Emirgan’ından 1909 Adana’sına: Sis’e, Darson’a, Haçin’e Bakmak – 3

[ A+ ] /[ A- ]

Aslı ODMAN
Birikim Dergisi

Belgeler Berrak, Belleklerde ‘İğtişaş’ Var!

Konferans sırasında Hülya Adak, 1909 Adana olayları üzerine kurulmuş veya bunlara doğrudan değinen türkçede verilmiş anı[23] veya edebi eserlerin neredeyse yokluğundan bahsetti. Hrant Dink’in sık sık ifade ettiği gibi, ‘bu taraftaki’ kolektif amnezya, ‘diğer tarafta’ bellek patlaması ile karşılanıyor. Sait Çetinoğlu’nun aktardığı, Adana katliamına yakılmış olan bir ağıtı, Seden Gürel adlı bir pop şarkıcısının ‘Sebebim Aşkım’ şarkısına dönüştürebilmesinin arkasında ‘bu tarafta’ acıyla kurulamayan bu ilişki olmalı. Acaba bu bellekleri karıştırmak, Ara Sarafian’in çok güzel bir şekilde altını çizdiği gibi ‘kaynakları birbirine konuşur hale getirmek’ mümkün mü?

Sanırım bu tarz bir öncelikle Ara Sarafian, 1909 Adana olaylarının olgusal yanına dair kapsamlı bilgisine rağmen, bu konudaki Ermeni belleğine damgasını vurmuş üç eserden biri olan, fakat şimdiye kadar Ermenice dışında bir dilde yayınlanmadığı için bizler için ulaşılamaz olan Hagop Terziyan’ın Klikya Faciası adlı tek bir kitaba yoğunlaşmayı tercih etti. 1912’de İstanbul’da yayınlanan ve yazarı 1915’de tehcir yollarında can veren bu kitabın, canını kurtarabilmiş pek çok tanıkla ilk elden mülakatı, olayların adım adım gelişmesinin canlı bir betimlemesini içerdiğini öğrendik. Terziyan’ın kitabında olayların tırmandırılması ile ilgili, islama karşı tehditin öne sürülmesi, ‘saldırılanların insan değil, gâvur olduğunun’ işlenmesi, olayların durulduğu zaman Nisan ayında sayıları artan müslüman mevsimlik işçilerin kaldığı hanlar gibi açık adreslere provokatif saldırılar gerçekleşmesi, olayların tam da Paskalya sonrasına ve haftalık pazarın kurulduğu güne denk gelmesi gibi olgular anlatıldığını öğrenince, aklıma ister istemez Maraş Katliamında adım adım yaşananlar geldi. Konferans akabinde Agos’a verdiği mülakatta Ara Sarafian’ın da Maraş ile Adana Katliamlarının karşılaştırdığını okudum, ürktüm.[24]

Terziyan’ın kitabının, konferansın ‘Osmanlı ölçeğinde’ üretilen kaynakları kullanan iki katılımcıya da, ‘yerel katkı’ sunabileceğini öğreniyoruz. Bunun ilki, aslen Osmanlı Arşivi’ndeki İftihar madalyası listesi üzerinden iz sürerek ‘Adana’da Ermenileri kurtaran Müslümanlar’ konusunu ele alan Abdulhamit Kırmızı’nın, diğeri ise Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında yapılan tartışmaların kayıtları üzerinden Adana olaylarının hükümetteki yorumunu çalışan Ileana Moroni’nin sunumu. Moroni, olayların tartışıldığı Ermeni milletinden de mebusların katıldığı oturumlarda, 1909 Adana olaylarının, 31 Vak’asının bir devamı, yani ‘irtica’nın yerelde hortlaması’ yorumunun ağır bastığını aktarıyor. Bu ‘irtica’ yorumunda, üç unsur içiçe geçiyor: Osmanlı bütünlüğünü tehdit eden hainlerini mutlakiyetçi rejime dönmek, yani rücu etmek için halkı manipüle etmesi. Manipülasyon, bölücülük ve ‘eski rejime’ dönüş arzusu motiflerinin, bugün de ‘gericilik’ tanımının kurucu unsurları olmaya devam ettiğini görüyoruz. Merkezin söyleminin parçası olan ‘irtica’nın, yereldeki dinamiklere de, merkezi İttihat-Terakki rejimi – taşra İttihat-Terakki farklılaşmasına da dokunamadığına dikkatimiz çekiliyor.

Rita Kuyumjian, Adana olayları hakkında İstanbul’da yayınlanmış bir başka gezi/anı kitabı, yazarı ve onun istisnai hayat hikayesine değiniyor. 1910’da basılan ‘Klikya’da Bir Ay’ kitabının yazarı Arshagouhi Teotig Hanım, Samatya’da doğmuş, İngiltere ve Versaille/Fransa’da eğitim almış bir aydın. Istanbul’da Ermeni kız okulunda öğretmenlik yaparken, aynı zamanda eşi ile Osmanlı’da 20. yüzyıl başı kitle eğitim kitaplarının en önemli ve süreklilerinden olan ‘Herkesin Yıllığı’nı, 1907-1929 arasında 19 cilt olmak üzere (İstanbul ve Halep’de) yayınlıyor. Teotig, Adana olaylarından sonra Klikya’da geçirdiği bir ayı kaleme aldığı anı kitabında, Ermeni Cemaatinin yardım örgütlerine, yetimhanelerine ve hayırsever faaliyetlere değinmiş.

Konferansın benim için en önemli katkılarından biri, yalnızca buzdağının ucunu görebilmiş olsam bile, Ermenice kaynakların Osmanlı Dönemine dair tarihyazımının her alanı için (yerel tarih, siyasi tarih, iktisat tarihi, kent tarihi vs.) ne kadar zengin bilgiler içerdiğini ve Osmanlı tarihçileri arasında ‘Ermenice bilmezliğin’ ne denli önemli bir kayıp olduğunu hatırlamamdı.Yalnızca Ermenice alfabeyi öğrenerek bile, bu alfabe ile türkçe yayınlanmış pek çok süreli yayın (mesela Ermeni Katolik Kilisesi’nin resmi yayın organı olan Mecmua-ı Ahbar 1884-1906 arasında ermenice harflerle türkçe yayınlanmış) ve kitaba ulaşabiliriz. Bu, üniversite seviyesinde tarih eğitiminde desteklenmesi tarihyazımına gayet pragmatik katkılar sağlayacak, aynı zamanda da çok somut bir ‘diyalog adımı’ değil mi? Bana bunları düşündürten, mimar ve titiz bir amatör tarihçi olan Zakarya Mildanoğlu’nun sunumuydu.

Mildanoğlu bize, 1832-1980 arasında Anadolu’nun neredeyse her vilayetinde ermenice peryodik yayınlandığını gösteren, Ermenistan Bilimler Akademisi kataloğundaki verilere dayanan etkileyici bir harita gösterdi. Mesela Adana olaylarının olduğu sene, İstanbul’da 55, İzmit’de 2, Harput’ta 3, Diyarbakır’da 2 Ermenice peryodik yayınlanıyormuş. Mildanoğlu, daha sonra üç İstanbul merkezli Ermenice peryodikden (Püzantiyon, Mecmua-i Ahbar ve Gavroş)Adana olaylarının izini sürdü. Bu yayınlarda sıcağı sıcağına, Adana’ya yerleşen Ermeni göçmen işçilerden, yangınların verdiği hasardan, yetim ve dullardan bahsedildiğini, Araştırma Komisyonu üyesi Babikian ile bir ropörtaja ve telgrafla/postayla bölgeden yollanan okuyucu mektuplarına yer verildiğini öğreniyoruz. Zakarya Bey, Gavroş adlı mizah yayınından pasajlar okumaya başladığında salondakiler acı acı gülmeye başlıyor. Müslüman ahalide Ermeni tehdidi korkusu salmak için, Adana Ermenilerinin ‘bölücü komplolar’ hazırladığı ve nasıl da sinsi güçlü olduklarına dair haberleri tiye alan Gavroş, Temmuz 1909’dan sonra Divan-ı Harp’ten aldığı bir ‘uyarı’ akabinde ‘otosansüre’ uğruyor ve Adana olaylarından bahsetmemeye başlıyor. İşin ilginci Gavroş’un başyazarının bu ‘uyarıyı’ köşesinde okuyucuya gene mizahi bir dille çarpıcı bir şekilde aktarabilmesi. Bu dil hemen bana aynı anda hem usta ve uslanmaz mizahçı Yervant Odyan’ı ve Aras Yayınları tarafından türkçeye kazandırılan Yoldaş Pançuni’sini hem de Hrant Dink’in ‘azınlık meselerine dair sorulan niyeti şaibeli bön sorulara verdiği’ verdiği mizahi cevapları hatırlatıyor. Yaşanan ve taşınan bunca aşırı acı ile, kolektif yersiz-yurtsuzlaşma ile, kin tutmadan, ekşimeden başa çıkmak için mizah ve ironi ‘ayrıcalıklı imkanlar sunan’ janrlar mı oluşturuyorlar acaba, diye kendime sormadan geçemiyorum.

Yerel kaynaklardan yabancı dilde üretilmiş kaynaklara geçtiğimizde konferansta bu konuda beş sunum olduğunu görüyoruz. Dilek Güven Alman Dışişleri Arşivi’lerinde, Barbara Merguerian, ABD Devlet Arşivlerinde, Oral Çalışlar ve Lou Ann Matossian Tarsus Amerikan Koleji’nde çalışan öğretmenlerin anı belgelerinde, Vincent Duclert ise Fransa’daki dönemin entelektüel alanında 1909 Adana’nın izlerini aramış.

Dilek Güven’in dönem konsolosluk raporlarından aktardığına göre, Alman Hükümeti olayları aslen ‘Anayasanın getirdiği eşit vatandaşlık hükümlerinden korkan müslüman İttihatçı karşıtlarının’ yaptığı tezini kabul etmekle beraber, yöreye has katliam şartlarına da ayrıntılıca değinmişler: silah tüccarlarının propogandalarının artan silahlanmaya olan etkisi, tutuklanan Ermenilerin, tutuklanan Müslümanlara oranlara daha ‘üst sınıf’ olması, Ermeniler içinde yayılan federatif fikirler vb. Raporlar, katliamda redif ordularının rolü olduğunu da iddia ediyor. Bölgede Deutsche Bank’ın yatırımı olan Alman Levanten Pamuk Şirketi üzerinden önemli iktisadi nüfuzu da olan Almanya, ‘kendilerine borçluyken öldürülen Ermeniler’ ve tahrib edilen tarım makinelerinin hesaplarını yapıyorlar. Çok aktif olan Mersin İngiliz Konsolosunun yöredeki faaliyetleri de ciddi bir şekilde raporlandığına göre, bölgede büyük güçler arasında rekabet devam etmekte. Bu konuda Dışişleri Arşivleri dışında, Deutsche Bank’ın şirket arşivlerinin de araştırmaya açık olduğu ifade ediliyor.

Kendisi yüzyıl dönümünde Dreyfus meselesi üzerinden Fransız entelektüel tarihini çalışan Vincent Duclert,[25] 1895 olayları akabinde Fransa entelektüel alanından Osmanlı Ermenilerine verilen desteğin, 1909 geldiğinde yerine bir sessizlik bırakarak çekildiğini anlatıyor. 1895’de Fransa’nın Ermenilere karşı sorumluluğuna dair ateşli konuşmalar yapan J. Jaures, A. France ve J. Clémenceau, Adana olaylarının haberleri geldikten sonra ya açık ya da örtük bir şekilde 1908 Devrimi’ne güvenmek gerektiğini savunmuşlar. Duclert bu Jön Türk hayranlığının Taşnak partisinde de bulunduğunu, Adana olaylarının bile İttihat-Terakki’nin meşruiyetini sarsmadığını ifade ediyor.

Oral Çalışlar, 1909 Nisan’ını Tarsus’da yaşayan Tarsus Amerikan Koleji öğretmenlerinden Helen Davenport Gibbons’un anı kitabı ‘Tarsus’un Kırmızı Kilimleri’[26] kitabından yola çıkarak, Lou Ann Matossian ise, Tarsus Amerikan Koleji’nde (St. Paul’s Institute) müdür olan Mr. Christie’nin şu anda Minnesota Historical Society’da bulunan aile arşivinden[27] yola çıkarak, yaşanan 13 güne dair anlatıları derlediler. Bunlardan en akılda kalanlar, olaylar sırasında iki misyonerin de hayatlarını kaybettiği, Mersin’deki İngiliz Konsolos Yardımcısı Doughty-Wylie’nin olayların önünün alınması için hükümet konağı nezdinde girişimlerde bulunduğu Rumeli’den olayları yatıştırmak için gelen askerlerin, olayların genişlemesinde kışkırtıcı rolü olduğu gibi haberlerin Kolej’e nasıl ulaştığı ve nasıl bir çaresizliğe yol açtığı idi. Olaylar sırasında 4000 kadar insan Kolej’in avlusuna sığınarak katliamdan kaçmaya çalışmışlardı. Bu tarz bir katliamın yaklaştığının Kolej öğretmenleri tarafından sezilip sezilmediğini öğrenmek önemli olabilirdi.

ABD konsolosluk raporlarından Adana 1909 izlerini bize sunan Barbara Merguerian ise, o dönemde hâlâ Osmanlı – ABD ilişkilerinin Jön Türk Devrimin yarattığı yaklaşma ve sıcaklık içinde olduğunu ve Adana’dan gelen katliam haberlerinin bu ilişkilerde bir değişikliğe yol açmadığını anlattı. Adana’daki ABD Konsolosluğu, Tarsus ve Antep’deki misyoner okulları üzerinden bölgeden sürekli haber alan ABD’nin, Osmanlı ticaretinden aldığı payı büyütme amacının önceliğinden hiç vazgeçmediğini, ‘dolar diplomasisinin’ Ermenilerin lehine müdahele önerilerinin her zaman önüne geçtiğini ifade etti.

Felsefeci Marc Nichanian’ın, ‘Adana sonrasında tanıklık ve yas’ konuşması, bizi konferansın içeriğinden alıp, bu konuları konuşmanın, anlatmanın ve hatırlatmanın dilini düşünmeye sevketti. Tehcir’e giden sürecin, ‘tanık olmayı’ bir ‘edebi janr’a dönüştürdüğünden bahsetti. Bizi tekrar Teotig, Yesseyian, Terziyan, Artenian ile karşılaştırdı. Yas, dil ve tanıklık arasındaki ilişkileri, burada tekrarlayamayacağım bir dil ustalığı ile irdeledi.

Nichanian’ı dinlemek bana hemen M.K.’yı hatırlattı.[28] Dokuz yaşında ‘tehcire uğrayan’ Adanalı Ermeni Manuel Kırkyaşaryan’ın, yolda annesi ve babasını yitirip, tek başına senelerce Resulayn-Cizre arasındaki Kürt ve Süryani köylerinde geçirdiği ‘yanaşma hayatını’, kaça göçe tek başına bir çocuk olarak Kıbrıs’ta akrabalarını buluncaya kadar yaşadıklarını anlattığı sesi kafamda yankılandı. Gerçekten sesi, çünkü Manuel Usta tanıklıklarının yazmamış, 80 yaşında türkçe ‘kasede okumuştu’. Çocuklarının yanında yaşadığı Avustralya’da Adana türkçesiyle tutturduğunu hikayesel yas dilini, ses tonunu unutmak mümkün değil. Manuel Usta, yaşadığı büyük acıları ifade ederken, dağlar, kurtlar, yemeniler, meyvalar, başaklar, mimikler, kürtçe türküleri örerek bir hikaye inşa ediyor, acısını belki de ancak hikayeleştirerek anlatâbiliyordu. Manuel Usta’nın Tehcir’den önceki Adana katliamını büyüklerinden dinlememiş, o huzursuz ortamı hissetmemiş olmasına imkan yok. Ama tehcir acısının yoğunluğu karşısında, belli ki tehcir kara bulutlarından önce olan herşeyi güzelmiş, güneşliymiş gibi hatırlamak istiyor:

‘Gelelim kendimizin batmutyununa (hikayesine). İsmim Em Key. Em ve Key. Adana’da ailecek bütün Ermeniler, bütün Türkler ve Türkiya’da doğanlar kardaş gibi yaşıyor ıdık. Çünkü hürriyet, adalet, musavat ve millet olmuştu. Nihayet, gün geldi, biz de bu sevkiyete iştirak ettik. Hikayatımız başlıyor.’ (s. 19).

Bu konferansın konusu, Manuel Usta gibi pek çoklarının ‘hikayâtı’ idi. Acı çekmiş başkalarının acılarının nasıl ve neden anlatılacağı kadar, kime anlatılacağının da önemli olduğunu düşünüyorum. Günümüzde siyasi, iktisâdi ve ideolojik iktidarı yaşatan, örtük ve açık milliyetçi/ırkçı bir iklim semirmeye gayet müsait. ‘Ermeni’ dendiği zaman, bu topraklarda okumuşunun, okumamışının aklına ilk gelen kelimeleri burada yazmaya hicap duyarım. İşte tam da bu yüzden, ‘bellek işi’ diyebileceğimiz bu tarz akademik konferans, çalışma ve yayınların, nokta atışlarla daha geniş bir kitleye ulaşması için, yani yaptıklarımızın aktarımı için ayrıca mesai harcamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu toplantıya e-mail vesilesi ile kayıt yaptıran herkes katılabiliyordu. Bu açıdan 2005 konferansı ile karşılaştırıldığında bu konuda bir ilerleme var. Ama hâlâ katılım akademik çerçeve ile sınırlı. Artık yavaş yavaş ‘Ermeni konusunda’ yapılan toplantıları toplumun belli kesimleri için tabu olmaktan nasıl çıkarırız, hangi başka güncel sorunsallarla yanyana koymamız daha iyi olur, toplumun hangi kesimlerine ve nasıl doğrudan ulaşabilirizi tasarlamaya başlamamız gerektiğini düşünüyorum.

En başta Türkiye’deki tarih öğretmenlerini bu sürece nasıl katacağımızı tartışamamız gerekiyor. Türkiye’de tarih öğretmenlerine yönelik ciddi ve kapsamlı bir süreli yayınımız yok. Fakat akademik tarih üretimi ile tarih öğretmenlerinin derslerdeki tarih üretiminin arasında yeni nesiller üzerinde bıraktığı etki açısından karşılaştırılamaz bir fark var.

Türkiyeli Ermenilerin bu tarz toplantılara daha kitlesel ve aktif katılmaları için çaba göstererek, davetler çıkararak, kendi memleketlerinde hissettiklerini tahmin ettiğim bu ‘küskünlük ve korkuyu’ bir nebze üzerlerinden atmalarını sağlayabilir miyiz acaba?

Bu tarz konular eğer bu toplantıdaki gibi ‘bölgesel’ çalışılırsa, söz konusu bölgenin (Harput, Adana, Van vs.) yerel örgütlerinden ve bunların büyük şehirlerdeki hemşehri derneklerinden katılımı amaçlamak, onlarla kendi ‘memleketlerine’ bir de kaybedilenler üzerinden bakmak niye hayal olsun?

Bütün bunları yapmak için, biz akademisyenlerin de kendi uzmanlık alanlarında çalıştıkları konular kadar, onların değişik toplum grupları önünde (doğrudan ve medya dışında) özlerinin aktarımına, yani ‘kitlesel pedagojisine’ mesai ayırması gerektiğini düşünüyorum. ‘Ermeni Sorunu’nun bir sorun olarak kalmaması için, akademik araştırmalar ve diyalog kadar, ‘kitle iletişimi’ ve onun dilinin de önemli olduğuna inanıyorum. Sanırım Hrant Dink’in hepimizi etkileyen özelliklerden biri buydu ve hâlâ o dil zemininde bir araya gelmeye çalışıyoruz. Bugün ne dersek diyelim, Yağmurcuk Kuşu’nda anasının İsmail Ağa’ya verdiği öğütten daha güzelini söyleyemiyoruz:

‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öte kuş barınamaz . Yuva bozanın yuvası olmaz…Zulüm tarlasında zulüm biter.’ Yaşar Kemal, Yağmurcuk Kuşu[29]

Peki, daha okuyalım mı?

‘Adana vukuatı’
…..Menhus eller, kirli nasiyeler
….evli bir Ermeni kadının hanesine
……………..
…..Zevci gelir, bu mel’unların üçünü kurşunla katleder
bu fırsattan istifade Ermeni evlerine hücum………..
hükümetin miskinliği……………..
……İslamlar Ermenilere, Ermeniler İslamlara
…..evler ateşe verilir.
…………………………
şehri yağma eden mürteciler………….
Adana kıtalı köylere
Tarsus sokakları cesetle doludur.
Daha okuyalım mı?
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları[30]

Bu yazı Toplumsal Tarih dergisinin Aralık 2009 (192.) sayısında yayınlanmıştır. Cüzi değişikliklerle burada tekrar yayınlanmaktadır.

[1] Kemal Sülker, Bilinmeyen Mektuplarıyla Nazım Hikmet – Orhan Kemal Dostluğu, Amaç Yayıncılık, 1988, 67-68. Bu pasajı, Behçet Çelik’in Adana ve Orhan Kemal, makalesinden aldım (s.58). (Adana’ya Kar Yağmış. Adana üzerine yazılar, derleyen: Behçet Çelik, İletişim Yayınları: Memleket Kitapları, 2006).
[2] Theodor Adorno, ‘The Meaning of Working through the Past’, Critical Models içinde, NY, 1998, s. 89; bu pasajı da doğrudan değil, Melissa Bilal’in Türkiyeli Ermenileri Hatırlamak makalesinin başından alıntıladım (Bir Zamanlar Ermeniler Vardı, İletişim Yayınları, derleyen Ömer Laçiner vd., 2008, s. 238).
[3] Diğerleri Beyrut, Erivan ve Ankara’da (26-27 Haziran’da Türk Tarih Kurumu tarafından) düzenlenmişti. Dördüncüsü doğrudan Nisan 1909 olayları ile ilgili olmamasına rağmen, konuyla ilişkili önemli pek çok dinamiğe değinmişti: 21 Kasım 2008’de, Uluslararası Hrant Dink Vakfı, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü ve Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Adana ve Çevresi’nin Toplumsal ve Ekonomik Tarihi konferansında verilen tebliğlerinin bazıları, titiz bir çalışma sayesinde 2009 Kasım konferansından bir kaç gün öncesinde elimizdeydi; Toplumsal Tarih, s. 191, Kasım 2009, Yarıgöçerlerden Ermenilere.Adana ve çevresi toplumsal ve ekonomik tarihi konferansı dosyası, s. 56-84.
[4] Bu konferansta sunulan tebliğlerin dokuzu, Tarih ve Toplum. Yeni Yaklaşımlar dergisinin, Bahar 2007 sayısında yayınlandı. Burada, kendisi uzun zamandır Çukurova Havzası’nın uzun 19. yüzyılı hakkında çalışan Meltem Toksöz’un ‘Adana Ermenileri ve 1909 ‘iğtişâşı’’ makalesi, konferans konusunun olgusal yanını ve bağlamını çok güzel özetlemektedir. Bu arada, 2005 konferansının metinlerinin tamamının önümüzdeki bir iki ay içerisinde Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından yayınlanacağını öğrendik.
[5] ‘Geçmiş Siyaseti’ kavramını Hannah Arendt’in ‘Kudüs’te Eichmann’ kitabı ve bu kitabın özellikle Musevi cemaatinde açtığı ateşli tartışmalar bağlamında irdeleyen bir çalışma için, Tuija Parvikko, Arendt, Eichmann and the Politics of the Past, Finnish Political Science Association: Helsinki: 2008. Çok önemli olduğunu düşündüğüm bu tarih felsefesi ve metodu tartışmasını, bir başka yazı çerçevesinde ve bir başka vesile ile etraflıca ele almak üzere şimdilik açıp, kapıyorum.
[6] Bu, Bertold Brecht’in tiyatro teorisinde ‘Vergegenwärtigung der Geschichte und Historisierung der Gegenwart’ kavram ikilisi ile karşıladığı bütünsel bakıştır. Brecht tiyatrosunda, kendi bugününde ‘kendini doğallaştırmayı becermiş’ pratikleri oluşmuşluğu, yani değiştirilebilirliği içinde görünür kılmak/yabancılaştırmak için, geçmişte olanlarla bugünü çarpıştırmaya ve bunu yaparken de anlatı formu olarak epiği kullanmaya çalışır. Bu konuya derli toplu ingilizce bir giriş için, Frederic Jameson, Brecht and Method, Verso: London, 1998, s. 165ff.
[7] Köken olarak ‘karıştırmak, bir şeyin saflığını bozmak’ anlamına gelen ‘tağşiş’, Osmanlı hükümetinin 1909 Nisan’ında Adana’da Ermenilerin başına gelenlere değindiğinde kullandığı kavramdır. Selim Deringil’in konferansta belirttiği gibi, bazen ‘Tağşiş-i ezhan’ (ahalinin kafasını karıştırmak, ‘provokasyon’) tamlaması içinde de kullanılmıştır. Yerel hükümet temsilcileri ‘vaka’, Ermeni kaynaklarının çoğu ‘facia’, misyoner ve yabancı dilde basılmış kaynaklar ‘katliam’ kavramını kullanmaktadırlar (Meltem Toksöz, Adana Ermenileri ve 1909 ‘iğtişâşı’, Tarih ve Toplum. Yeni Yaklaşımlar, Bahar 2007, s. 147).
[8] Özellikle 242-266. sayfalar arasındaki Adana Vilayeti kısmındaki kartpostalları muhakkak inceleyiniz, BirZamanlar Yayıncılık, İstanbul: 2005.
[9] Zakarya Mildanoğlu, Agos’daki ‘Aztarar’a Yolculuk’ köşesinde, bu devasa birikimi adım adım bizlerle paylaşmaktadır: Adana ve Halep Vilayeti Ermeni periyodikleri, başlıklı yazıların beşincisi 20 Kasım 2009 tarihli Agos’ta yayınlanmıştır.
[10] Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi. İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği,(1913-1918), İletişim: İstanbul, 2008. Bu kitaplaştırılmış tezi, ortaya çıkardığı yeni arşiv malzemeleri ve verilen emek itibariyle takdir etmekle beraber, hem kendinden önceki literatürle diyaloğa girme ve teorik bağlamlandırma eksiklikleri, hem de kitabın örtük olarak Osmanlı bürokrasisinin etnisite mühendisliğinin uygulamalarında matematik bir kesinlik olduğu varsayımına dayanması açısından eleştiren kapsamlı bir yazı için; Ayhan Aktar / Abdulhamit Kırmızı,’Bon pour l’Orient’: Fuat Dündar’ın kitabını deşifre ederken…, Tarih ve Toplum. Yeni Yaklaşımlar, Bahar 2009, 157-186.
[11] Irvin Cemil Schick, Batının Cinsel Kıyısı. Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002; Sacit Kutlu, Bulgar kolektif bellek inşasında bir hatırlama ve unutma yeri: Toplumsal Tarih, no: 18, 2009.
[12] Yaşar Kemal’in Ekim 2009’da Çukurova Üniversitesi’nde kendisine fahri doktora ünvanı tevzi edilirken verdiği açılış dersi, yazarın özcülüğe düşmeden kendi Çukurovalılığını, şekillendiği ve bu sırada şekillenen, dönüşümlerle örülen coğrafya içinde nasıl anlattığına dair güzel bir örnektir; ‘Çukurova, Doğa ve Roman’, 8.Ekim. 2009, Radikal Gazetesi.
[13] S. 19, alıntı dolaylı; Murat Belge’nin Edebiyatta Ermeni Sorunu, Birikim Dergisi, Şubat 2006, sayı 202, s. 35. Orhan Kemal’in, Atatürk’e muhalif parti kurup, sürgüne gönderilmiş babası Abdulkadir Kemali Bey’in, Fransızca ve Ermenice öğrendiği için zamanında babasının onu ‘gâvur’ olmakla suçladığını, hatta tüfekle kovaladığını anılarından okuyoruz: Orhan Kemal’in babası Abdulkadir Kemali’nin Anıları, hazırlayan: Işık Öğütçü, Epsilon Yayınları: 2005.
[14] S. 357, gene alıntı aynı yerden ve dolaylı, Belge, 2006, s. 34.
[15] Meltem Toksöz, The Çukurova: From Nomadic Life to Commercial Agriculture, 1800-1908, yayınlanmamış doktora tezi, Binghamton , SUNY Binghamton Üniversitesi, 2001. Ayrıca özet halinde 1840’larda Mısırlı İbrahim Paşa reformları, göçer-konar aşiretlerin iskanı (1865-1890), işgücünün oluşturulması , bataklıkların kurutulması, 1861 Amerikan İç Savaşı akabindeki pamuk patlaması ve dünya ekonomisine eklemlenmesi süreçlerinin Adana Vilayet Merkezi’ne etkileri için bkz: Meltem Toksöz / Emre Yalçın, ‘Modern Adana’nın Doğuşu ve Günümüzdeki İzleri’, derleyenler Ç. Kafesçioğlu / L. Thys-Şenocak, Essays in Honour of Aptullah Kuran, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, 435-453.
[16] İki konferansta da sunum yapan iki akademisyen var: Meltem Toksöz ve Ara Sarafian. Hilmar Kaiser’in ‘Alman Levanten Pamuk Şirketi’nin Çukurova’daki faaliyetleri ve yerel girişimciler’ ve Halis Akder’in ‘Çukurova’da tarım işçiliği’ sunumları bu konferansa da eklemlense ne güzel olurdu! Neyse ki bir tesellimiz var: Yukarıda da ifade ettiğim gibi, Toplumsal Tarih Dergisi Kasım 2009 sayısında, Vahé Tachjian’ın konu ile ilgili çok yönlü ve müthiş ufuk açıcı ‘Adana Ermenileri: Milliyetçi İdeolojilerle Ters Düşen Farklı Bir Kimlik’, Toksöz’ün, ‘Bölgesel Ekonominin Oluşumu: Göçebe Hayattan Ticari Tarıma Çukurova’ ve Zafer Toprak’ın ’20. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Çukurova’da Emek ve Sermaye’ tebliğlerini yazılaştırıp, bu konferansa yetiştirdi. 2008 Kasım Adana konferansı’nın kısa bir özeti için, Eren Özalay, ‘Adana ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Konferansı’, Agos, 28 Kasım 2008, s. 6.
[17] Suavi Aydın, Çukurova Tarihinde Yörükler ve Türkmenler, Adana’ya Kar Yağmış. Adana Üzerine Yazılar içinde, derleyen: Behçet Çelik. İletişim/Memleket Kitapları: İstanbul:2006, 113-140.
[18] Vahé Tachjian, Adana Ermenileri: Milliyetçi İdeolojilerle Ters Düşen Farklı Bir Kimlik’, Toplumsal Tarih, no 191, Kasım 2009, s. 65.
[19] Agos’un 2 Ekim 2009 sayısında, araştırmalarının merkezine sistematik olarak bu konuyu alan Boğaziçi Üniversitesi’nden Mehmet Polatel ile kapsamlı bir ropörtaj vardır, Aris Nalcı, Ermeni Emval-i Metrukesinin arşivlerdeki izleri, s. 10-11. Sait Çetinoğlu’nun bu konudaki güncel bir makalesi için: Ermeni Emval-i Metrukeleri Üzerine, Birikim Dergisi online versiyonu: www.birikimdergisi.org.tr , 8.Haziran.2009.
[20] Kudret Emiroğlu’nun, Bülent Varlık ve Ömer Türkoğlu ile birlikte, Adana Sanayi Odası için hazırlamakta olduğu araştırmanın kısa bir özeti için; Kudret Emiroğlu, Adana’da Sanayi ve Sanayiciler Hakkında, Adana’ya Kar Yağmış. Adana ÜzerineYazılar içinde, derleyen: Behçet Çelik. İletişim/Memleket Kitapları: İstanbul: 267-303.
[21] Aslı Çomu, The impact of the exchange of populations on the social and economic life of the C ity of Adana, yayınlanmamış master tezi, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, 2005.
[22] Nazan Maksudyan, Hearing the Voiceless-Seeing the Invisible: Orphans and Destitude Children as Actors of Social, Economic and Political History in the Late Ottoman Empire, yayınlanmamış doktora tezi, Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü, 2008.
[23] Olaylar sırasında Cebel-i Bereket mutasarrıfı olan Mehmet Asaf ve olaylardan sonra yerine atanan Cemal Paşa’nın anıları, her ne kadar özsavunu dili ile yazıldığı ifade edilse de, konferans sırasında sık sık söz konusu edildi: Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve anılarım, TTK Yayınları: Ankara: 1986; Cemal Paşa, Hatıralar. İttihat-Terakki ve Birinci Dünya Harbi, Selek Yayınları: İstanbul, 1959.
[24] Funda Tosun, Hrant Kasparyan ve Sahag Güryan: Bu sefer de kıyamet kopmadı, Agos Gazetesi, 13 Kasım 2009, s. 20.
[25] Jean Jaures’in 1895 Ermeni kıyımları arkasından yaptığı konuşma ve yazdıklarını derleyen Vincent Duclert, Jaures’in bu süreçte geliştirdiği ‘neden Ermenilerin Fransa tarafından kurtarılması/savunulması’ gerektiğine dair argümanların daha sonra Dreyfus davasında mobilize edildiğinden bahseder: Jean Jaures, Il faut sauver les Arméniens, Editions Mille et Une Nuits, 2006.
[26] Helen Davenport Gibons, The Red Rugs of Tarsus, New York, The Century Co., 1917.
[27] Bu arşiv internetten de ulaşıma açıkmış: www.mnhs.org/library/findaids/p1282.xml
[28] Bu kitabı yaymanın ‘Ermeni Sorununu’ konuşurken seçilecek dil ve uslup konusunda bize çok yardımcı olacağına inanıyorum. ‘M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları. 1915 ve Sonrası, kitap ve CD, yayına hazırlayan ve sunan: Baskın Oran, İletişim: İstanbul, 2005.
[29] S. 95, dolaylı alıntı; Belge, 2006, s. 34.
[30] S. 306, Adam Yayınları: İstanbul, 1998.