Hoca Nasreddin İktidarlara Karşı

[ A+ ] /[ A- ]

Neşe ÖZGEN
BirGün Pazar

“Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız” Nietzsche

Gezi Parkı Direnişi’ni yaratan en belirgin saikleri: Geçmişi ve birikimleri yok edilenler ile geleceği ipotek altına alınanların ortak direnişi olarak şimdilik saptamak mümkün. Ancak bu sürecin toplumun çeşitli kesimlerine yansıması üzerine sosyolojik bir analiz yapmak hâlâ zor görünüyor: Temenniler ve gözlemlere dayanarak yapılan stratejist analizlere itibar etmemek de lazım. Öte yandan Gezi Direnişi’nin içinde yer alanların profilleriyle ilgili çalışmalar yeni yeni yapılmaya başlandı. Eminim güzel sonuçlar da çıkacaktır.

Ancak bu süreçte araştırmamız gereken başka eğilimler de var: Örneğin “bu yeni yapının AKP’nin seçmen tabanında yarattığı değişme” gibi: Kanımca Gezi, bir yandan bireysel karşı çıkışın onayını kendi içinde meşrulaştırırken; öte yandan AKP’nin en kırılgan ve kendisini lidere bağıtlı hisseden tabanında da aynı meşruluğu yarattı. Başbakan’ın konuşmaları, bu gruplarda ‘güçlü bir liderin etrafında kenetlenmiş ve saldırısı meşrulaşmış bir kırılganlığın’ sokakta saldırılarını da güçlendirecektir. Bundan böyle sokakta ve evlerde tekil/kitlesel saldırılar meşrulaşabilir. Zira, Başbakan’ın her ayrımcı konuşması, bir yandan AKP’ye oy verenlerin yeniden mağdur kategorisine girmesini başardı, öte yandan kendi iktidarını da pekiştirdi. Benim değerlendirmem, sadece bu direnişin ve Gezi Parkı’nın içindekilerin yarattığı sosyal iklime dair olacak. Gezi’nin ruhunu Karnaval kavramı ile, duvar yazıları üzerinden okuyacağım.

İktidarı aşındırmanın matrakçası

Aşırı Gülme Şeytanı Ayartır (İncil’den)

Duvar yazılarının hınzır tonuyla ve parkın içindeki iklimiyle: Gezi, bir karnavaldı. Yani, Bakhtin’in deyişiyle ‘halkın gülmeye dayanarak örgütlenen ikinci hayatı’. Karnaval, sanıldığı kadar masum, geçici ve anlık bir ihtilaç değildir, aksine tarihi çok eskilere gider. Ortaçağın katolik kilisesinin karanlığına ve püriten ahlakçılığına karşı bir direnmedir. Gülmenin şeytani bir eylem sayıldığı, insanın ancak cennette gülebileceğini dayatan kiliseye karşın, Karnaval çok seslidir: Meşru ve “uygun” söylemden dışlanmış tabakaların gündelik dillerini (Sis atma O Ç), argoyu (Piston aşağı indi) ve yakası açılmadık küfürlerini (Tekrara gerek yok), hınzırca (Dinimiz, Amin) kendisiyle birlikte sürükler.

Öte yandan Bakhtin’e göre karnaval’ın iki özelliği çok önemlidir: Karnaval hem farklı sesleri kapsar, ötekiliği rahatlıkla içinde barındırır ve bu tuhaf diyaloglar ağını birbiri ile ilintilendiren bir çoklulukta sürdürür (Yasak ne, AYOL!) . Böylece ısıtrabın yüceltilmesine, sürekli yas tutmaya, tekdüzeliğe, karanlık korkuya ve yaşamın merkezcil bir yapıya sahip olduğu fikrinin yadsınmasına karşı, hınzır bir çokluluk anlayışını (Slogan bulamadım) mümkün kılar. Hiyerarşiyi, korkuyu ve statükoyu aşındırır (Aranızda helikopter kullanmasını bilen var mı?) Cenneti şimdiye, yeryüzüne indirir (Korkma la, BİZİZ, halk) ve bu nedenle de özellikle Venedik, İskenderiye, Odyssea, Trabzon, Batumi, İzmir gibi yabancıların çok olduğu, ticaretin yükseldiği kentlerde ortaya çıkmış olması hiç şaşırtıcı değildir. Kısa bir süre için bile olsa Karnaval’da klişeler aşılır (Mustafa Keser’in askerleriyiz), statüler ters yüz edilir (İki ayyaşın kurduğunu ayık yönetemeyene AKP denir), kral soytarı olur, soytarı da kral (sık bakalım sık bakalım….), otoritenin adı kalmaz (Şerefine Tayyip), tüm insanlar eşitlenir (Bazılarının pahalı maskeleri var, üzülüyoruz), kendine güvenin (Akıllı ol, Yoksa yine geliriz) ve elbette dirimsel çoşkunun karşı konulmaz serüveni açığa çıkar (Bu dünyaya bir çocuk getirmek istiyorum). “Karnaval gücünü insanlığın ütopya açlığından alır. Belirlenmiş her şeye karşı bir isyandır; kurallara, düzenlemelere, hiyerarşilere. Başka bir deyişle karnaval, insanların daha mutlu bir geleceğe, daha adil bir toplumsal ve ekonomik düzene, yeni bir hakikate, yani ütopyaya dair umutlarını ifade eder”. (#direngezi ve ‘Her yer Taksim her yer direniş’)

Müjdeler olsun: Nasreddin Hoca döndü

Gezi bir karnavaldır: Gezi, iktidarı ti’ye almış ama sinik bir alay, korkak bir ironi yerine; iktidarı aşındırabilen, bu aşındırma denemesini de kadim bir dile ekleyebilen bir sürecin başarısıdır. Zira Karnaval’ı gerçekleşebilmesi için dilinin mutlaka eskil bir zamana bağlanması gereklidir. Gezi bu bağlanmayı Nasreddin Hoca geleneğini yeniden doğurarak gerçekleştirebilmiştir. Bu yüzden de eşsiz bir deneyimdir.
Gülmecenin hınzır bir zekayla yeşermesi, pagan alayın geri gelmesi, karanlığın yerini oyunun alması, geçmişle bağlanma (Hiç bir ‘Mayıs’ böyle olmadı), özgürleşme duygusu, hepsi, bir daha kolayca geri alınamayacak bir varoluş imkanını da müjdeliyor (Bizdeki bu ağaç sevdası, zamanında astığınız FİDANLAR için)

“Toma’lara göğüs geren işte benim Zeki Müren”

Balkanlardan Kafkaslara kadar uzun yüzyıllar sürdürülmüş bir geleneğin temsilcisi olarak Hoca Nasreddin fıkraları, halkların hem pagan dillerini-imlerini korumalarını sağlayan aşındırıcı bir gelenektir (Kahrolsun bağzı şeyler). Nasreddin Hoca fıkraları yoluyla topluluklar, kendilerini ve beşeri kapasitelerini geçmişten getirdikleri semboller aracılığıyla yeniden ve yeniden taşıyarak ve savunarak kurmuşlar, özgürlük taleplerini fıkralarla dillendirmişlerdir. Bu pagan dil, hem modern öncesi hem de modern toplulukların kendi iç seslerini koruyarak zamana bağlanmakta olduklarını gösterir.

‘TOMA’lara göğüs geren, işte benim Zeki Müren’ yazısı, tam da Hoca Nasreddin’in evcilleştirmeye, homofobiye ve erilliğe karşı duruşunu hatırlatır. Eril bir şiddet taşıyan devlet dinini, baskıyı, tektipleştirmeyi, ırkla ümmeti birleştiren küresel millet anlayışını; devlet otoritesinin korku çemberini, kötümserliği ve hayatın merkezlileştirilmesini, hepsini, Zeki Müren’i hatırlatarak ve bu homofobik dili reddederek sallar. Nasreddin Hoca’nın dilinin bu topraklarda yeniden yeşermesiyle sadece uzun süredir unuttuğumuz gülmenin, kahkahanın, kıvrak ve kendine dahi acımasız zekanın geri gelişine sevinmiyoruz; ütopyayı da, beraberinde Agora demokrasisini getireceğini umduğumuz ütopyayı da hatırlıyoruz.