Radikal İki
Murat Bardakçı biraz okusa Çerkes dillerinin ve kültürlerinin ölümünden Çerkeslerin sorumlu tutulamayacağını bilirdi.
Magazinin reytinginden yararlanarak, tarih simsarlığına soyunanların her köşede koltuk kapabilmesi mi acaba, sığlıklarını ya da faşizan zihniyetlerini saklama gereği duymadan Çerkes halkını hedefe koyabilmelerine cesaret veriyor?
Muhtemelen o koltuklar olmasa, Murat Bardakçı bir türlü toparlayamadığı diliyle “Ben de Çerkesim ama…” diye başlayıp, “utandığını” yazamaz, hele hele tarihi çarpıtarak, Osmanlının Çerkeslere ‘atıfet’ gösterdiğini aklına bile getiremezdi.
Habze
Gerçekten utanacak kadar erdemi olsa, Çerkes dillerinin ve kültürlerinin ölümünden yine Çerkesleri sorumlu tutmaz, Osmanlı’nın Çerkes kırımında oynadığı sinsi rolü, Osmanlı topraklarında kitleler halinde ölüme terk edilen Çerkesleri de bilirdi. Hiç birini bilmiyorsa da en azından Habze’den (Çerkeslerin Yazısız Anayasası) bir parça payını alır, terbiye emareleri gösterebilirdi.
Yani Bardakçı aslında Çerkes değil sıkı bir Türk milliyetçisi olarak, bir tek “Çerkes yoktur, Kafkas Türkü vardır”ı eksik bırakmış.
Ki, bunu yıllardır dillendiren ülküdaşlarına cevap vermek bile gereksiz bir zahmet olduğundan, tebessüm etmekle yetinmeyi tercih ettik hep.
Anlayacağınız biz Çerkesler, bu klişelere çok alışığız.
‘Çerkes Ethem – Çerkes tavuğu’na sıkışmış bilgileri ile fikir sahibi olmuşlar, ideolojilerine göre değişen jargonda koro halinde ses vermişlerdir: “Sadık yurttaşlardır, Müslümanlardır, işbirlikçidir, devletçidir…”
Bilgisizlik ve Çarpıtka
Oysa ne biri, ne ötekiyiz! Tıpkı Türkler, Kürtler, Lazlar, Gürcüler gibi işbirlikçimiz de var, MİT’çimiz de; solcu demokratımız da var, Müslüman demokratımız da!
Bırakın uzak tarihi, yakın tarihimizi biraz araştırsalar, ‘Darağacındaki Üç Fidan’dan Yusuf Aslan’ın, 68 gençliğinin liderlerinden Mahir Çayan’ın Çerkes olduğunu öğrenirlerdi. Dün sol gruplarda kimlik siyaseti yapmadan, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık ideali ile mücadele eden Çerkesler kadar bugün de; aynı idealle aktif görev yapan Çerkesler olduğunu göreceklerdir.
Yakın tarihimizden de vazgeçtik, en azından Çerkeslerin yayınlarını zahmet edip okusalar, Ankara’da dile getirilen taleplerin çok daha fazlasının tam beş yıldır düzenli olarak çıkan JINEPS gazetesinin manşetlerinde yer aldığını bilir, bu trajikomik şaşkınlığa düşmezlerdi.
Bu çoğul bilgisizlik ya da çarpıtmalara, binlerce sayfalık tarihi belge ve tanıklıkla yanıt verilebilir.
“Vatandaş Türkçe Konuş”
Biz birkaçıyla yanıt vermeden önce, Türkiye’de ölen yerel dil ve lehçelerin dökümünü yapan UNESCO’nun, yok olan Ubıhça’dan sonra, Adige ve Abaza dillerinin de ‘yok olma tehdidi altındaki diller’ arasında sayıldığını hatırlatırız.
Hiç kuşku yok ki; dilimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakanlar, köylerimize “Vatandaş Türkçe Konuş” tabelaları asanlar, Ethem Bey’le arası açılınca “Hain Çerkes Ethem” diye anarak, tüm Çerkesler üzerinde baskı kuranlar, Çerkes adlarını köylerden silenler, Çerkes soyadını kullananları yargılayanlar, derneklerini kapatıp, yöneticilerini hapse tıkanlardır.
12 Eylül darbesinden sonra, “Türk olduğunu söyle, suçlamaları geri alalım” diye işkence yaptıkları Çerkes gençlerini ise saymaya sayfalar yetmez.
Şu çok tekrarlanan “Osmanlının Çerkeslere şefkatle kucak açtığı” masalına gelirsek; soykırım ve sürgün sırasında Osmanlı topraklarında, sadece Trabzon’da 53 bin Çerkesin yaşamını yitirdiği kayıtlara geçmiştir.
Çerkesler o denli kötü koşullarla karşılaşmıştır ki, yaşadıkları katliama rağmen geri dönmeye karar vermeleri üzerine, o şefkatle kucak açan Osmanlı, Çerkesleri adeta hapsetmiştir.
“İskan edildikleri yerlere uyum sağlayamayıp geri dönmeye yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı hükümeti tedbir alma ihtiyacı hissetmişti. 18 Kanun-ı sani 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de gemileriyle tek bir Çerkes dahi taşımamaları resmi yazıyla bildirilmiştir. (BOA, Hariciye Nezareti, 122/64)”
Bir Arada Yaşamak İçin
Daha da ötesi, Osmanlı Devleti ile Rus Çarı, Çerkeslerin Osmanlı topraklarına göç ettirilmesi üzerine anlaşma yapmıştır. Rusya, Çerkeslerin yerleştirilmesi gereken yerlere bile müdahale etmiş ve Osmanlı Devleti de buna uyarak, Çerkesleri bir kaç kez daha sürgüne tabi tutmuştur.
İddia edildiği gibi Osmanlı, Çerkeslere ‘atıfet’ göstermemiş, tersine Çerkesleri her savaşta öne sürmüş, oluşturduğu ‘gönüllü birlikler’le, ön saflara sürdüğü Çerkesleri kırdırmıştır.
Kısacası, Çerkesler de tıpkı Kürtler, Lazlar, Aleviler gibi paylarına düşeni yaşamış, ağır bedeller ödemişlerdir. Bugün ise, bu topraklarda yaşayan bütün halklarla yan yana, eşitlik ve özgürlük temelinde bir arada yaşamak üzere ses yükseltiyorlar.
Taleplerimiz arasında öncelikli olan da tüm partilerin kendi anayasa taslağını seçimlerden önce kamuoyuna açıklaması, halkın da oyunu buna göre kullanmasıdır.
Bir sözümüz de Çerkes kamuoyuna olacak: Yıllardır seçimden seçime kapımızı çalarak oy isteyip, Çerkesliğini meclisin kapısında bırakanlar yerine, Çerkes halkının taleplerini sahiplenen, hatta bu yönde taahhüt imzalayan adaylarda ortaklaşalım. Eğer bu ortaklaşmayı başaramazsak, bugüne kadar süregelen alışkanlıklarımızla oy kullanırsak, Çerkesler dün olduğu gibi yarın da o Mecliste asla temsil edilmeyeceklerdir.
Eğer hâlâ ders almadıysak, Bardakçı gibilerinin bu cüreti nasıl bulduğunu sorgulayarak işe başlayabiliriz.
Çerkeslerin Özgür Sesi JINEPS Yayın Kurulu’ndan