Normal Askerlik Normal Şiddet

[ A+ ] /[ A- ]

Nil MUTLUER*
Evrensel

Sevag Balıkçı, Mazlum Aksu, Ramazan Altay, Ahmet Demir, Abdurrahman Çiftçi, Lütfü Esmer, Abdülkadir Gedik, Ahmet Volkan Eç, Uğur Kantar… Bu erkekler askerlikleri sırasında “intihar”, “kaza” iddialarıyla, askerde kötü muamele veya disko cezası sonucu hayatını kaybeden onlarca genç erkek yurttaştan sadece bir kaçı. 8 Mart’ta kadına yönelik şiddetin sistematikliğini konuştuğumuz şu günlerde konuyu erkeklere getirmek hedefi şaşırtmak gibi dursa da, askerlikteki şiddetle kadına yönelik şiddet oldukça bağlantılı.

Türkiye’de erkekliğin oluşumunun önemli kurumlarından biri varsayılan askerlikteki şiddet ortamıyla kadına yönelik şiddet birbirini besleyerek normalleşen sistematik zihniyetin tezahürlerinden. Ve özellikle şu günlerde militarist şiddetin gündelik hayatımızdaki normalleşmiş tezahürlerinin nedenlerini tartışmak ayrıca bir önem taşıyor zira, bir yandan onlarca yıldır süren iç savaşın sonlandırılması sürecine yoğunlaşıp, yeni anayasada eşit yurttaşlığı konuşurken, öte taraftan gündelik hayattan siyasete, medyaya her alanda şiddetin söylem ve eylem olarak devam ettiğine şahit oluyoruz. Üstelik askerlere yönelik şiddeti anlamlandırmaya çalışmak konunun sadece cinsiyet boyutunu değil; etnik, dini, cinsel yönelim gibi ayrımcılık boyutlarını ve bunların toplumda nasıl normalleştirildiğini anlamak için de önemli.

Şiddet iktidar ilişkisi

Her iktidar şiddet barındırmasa da, her şiddet eylemi bir iktidar ilişkisi ve ahlak anlayışını barındırır içinde. Kadın ve erkek olarak cinsiyetlendirildiğimiz andan itibaren, şiddet ve iktidarla olan ilişkimizin şeklini de normalleştirerek benimsememiz bekleniyor. Normalleştirilen erkek egemen formülde kadın şiddete uğrayan mağdur, erkek de şiddet uygulayan fail olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca da, her ne kadar üzerine çalışmalar yürütülürse yürütülsün kadına yönelik şiddetteki çok katmanlı boyut gözden kaçtığından, erkeklerin yani faillerin şiddeti sistematik öğrenme süreçlerindeki mağduriyetlerinin ve bu süreçlerle mücadele edilmesi gerekliliğinin de üzerine gidilememiş olunuyor. Ve maalesef, bir 8 Mart’ta daha yeniden gündeme getirdiğimiz kadına yönelik şiddet karnesinde de çok az bir iyileşmeye şahit olabiliyoruz. Zira, ‘normalleşen’ erkek egemen şiddet formülü itirazlar ve çalışmalara rağmen işlemeye devam ediyor.

askerŞiddetin normalleştirildiği ordu gibi bir kurum ve erkek yurttaşların tabi olduğu askerlik gibi bir süreç de toplumun militaristleşmesinin sürekliliğini sağlıyor. Bu kurum sadece erkeklerin şiddete maruz kalırken şiddeti öğrendikleri bir yapı olarak, somut bir şekilde erkekleri hedef alıyor gibi algılansa da, sonuçları itibariyle tüm toplumun şiddet sarmalını normalleştirmesini ve bugün hâlâ konuştuğumuz kadına karşı şiddetin içselleştirilmesine de vesile oluyor. Kadın basın açıklamalarının polisçe saldırıya yeniden uğradığı, şiddete uğrayan kadınların hâlâ karakollarda kendilerini anlatmak zorunda kaldığı, “her Türk asker doğar” anlayışıyla şiddetin kadın ve erkekler arasında rol bölüşümüyle normalleştirildiği militarist bir ortamda askerlik önemli bir rol oynuyor. Askerlik iktidarın zihniyetinin ve şiddetle ilişkisinin öğrenildiği bir süreç.

Ötekileştirme mekanizmalarını öğrenmek

“Karı gibi” davranmak diye bir halin sürekli aşağılandığı, cinsiyetçi türkülerin komutanlar tarafından kıtalara söyletildiği, kadın sanatçılar getirilerek erotik gösterilerle “aç aç” günlerinin yapıldığı bir ortamda, genç erkek yurttaşlar sürekli bir ispata sürükleniyor. Üstelik bu ispat askerliklerinin tamamlamış erkeklerin birçoğunun maruz kaldığı ama çok azının yeni bahsetmeye başladığı bedensel muayenelerdeki aşağılayıcı kontrol mekanizmalarıyla askerliğe alınmalarından sonra gerçekleşiyor. Yani, çıplak bedenlerinden cinsel performanslarına, komutana biat etmekten, emirle gerekirse birbirine şiddet uygulamaya kadar farklı konularda erkekler sürekli kendilerini ispata yöneltiliyorlar.

Geçtiğimiz ay Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nda gerçekleşen son gelişmeler de ordunun cinsiyetçi heteroseksist anlayışının yasalaştığını gösteriyor. Kanundaki son değişimler doğrultusunda “iffetsiz eş”, “ahlaksız davranış” ve eş cinsellik ordudan atılma nedenleri arasında sayılıyor. Uzun zamandır kadına yönelik şiddetle mücadelede “iffet”, “namus” gibi kavramların kadını nasıl ötekileştirip şiddete ve kadın cinayetlerine neden olduğu tartışıla dursun, tüm bunlar yokmuşçasına erkek yurttaşları erkekliklerinin ispat edildiği askerlik kurumunda bu kavramlar yeniden, üstelik de kanunla hayat buluyor. Eş cinselliğin cezalandırılacak bir suç sayılması ise başlı başına eşit yurttaşlık ilkesine aykırı bir karar.

Erkekliğin önemli ispat alanlarından olan askerlik tüm bu yaklaşım, uygulama ve yasalarıyla sadece şiddeti değil cinsiyet, cinsel yönelim, etnik ve dinî ayrımcılığı da normalleştiriyor ve meşrulaştırıyor. Üstelik, askerlik sadece yaşanılan süreci değil, sonrasında da ayrımcılık ve şiddetin sistematikleşmesine neden oluyor.

“Öteki”ni dışlamayı öğrenmek

Askerlik etnik ve dinî ayrımcı bir dilin içselleştirilmesine de neden oluyor. Esas yurttaşın Türk ve Sünni Müslüman olarak kabul edildiği ve bu iki kimlikten olmayanın ötekileştirildiği siyasi bir ortamda şive farklılığı, Türkçe isme sahip olmamak veya sünnetli olmamak gibi durumlarla askerler dışlanabiliyorlar. Başka bir deyişle askerler ideal Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, ideal olanı benimsemeyi içselleştirirken öteki olanı nasıl dışlayacaklarını da öğreniyorlar. Bu hal, askerlik sonrası gündelik hayata da yansıyor. Bu dışlanma, komutanların, üst devrelerin askerleri hedef göstermesiyle gelişiyor. Askerlikteki ayrımcılıkla mücadele için bir araya gelen Asker Hakları grubunun askerhaklari.com sitesinde de yayınlana raporlarında intihar, kaza, diskodaki kötü muamele sonucu hayatını kaybedenlerinin çok azının Türk olması etnik dışlamanın pek de tesadüfi olmadığını ispatlar nitelikte.

* Doktor, Sosyal Bilimci