Bizde çocuklar hep hapse atıldı: ‘Eski Türkiye’den 3 hatırlatma

[ A+ ] /[ A- ]

Radikal

Konya’da 16 yaşındaki bir lise öğrencisinin, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret’ suçlamasıyla tutuklanmasının yankıları sürüyor. Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın 23 Aralık 1930 günü Menemen’deki ayaklanma esnasında katledilmesinin 84. Yılı için düzenlenen anma etkinliğinde, ‘Halkçı Liseliler’ adlı grubun açıklamasını okuyan M.E.A isimli çocuk, okuduğu Meram Endüstri Meslek Lisesi’ne hemen ertesi gün gelen polisler tarafından gözaltına alındı, aynı akşam da çıkarıldığı Konya 1’inci Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.

Henüz 16 yaşında olan Mehmet’in, okuduğu bir basın açıklaması nedeniyle tutuklanması, Türkiye ’nin çocuklara yönelik acımasız/orantısız yargı kararları konusundaki ‘sabık’ geçmişini de hatırlatıyor. Yılmaz Güney’in unutulmaz filmi ‘Duvar’, 70’li yıllarda cezaevlerindeki çocukların yaşadıklarına çarpıcı bir şekilde ışık tutuyordu.

Ne var ki filmin kazandığı büyük başarı, ülkemizin çocuklarının bu konudaki makûs talihinin değişmesini sağlayamadı. Biz de Türkiye’nin son 35 yılında, tutuklanmaları ve infazlarıyla birer ‘simge’ haline gelmiş çocuklarımızı anarak, bu konuda ‘eski’ ve ‘yeni’ Türkiye arasındaki benzerliğe dikkat çekmek ve ‘Mehmet’in özgürlüğünün hepimiz için ne denli önemli olduğunu hatırlatmak istedik.

1980 | DARAĞACINDA BİR ‘GÖKÇE FİDAN’: ERDAL EREN

25 Eylül 1964 doğumlu olan Erdal Eren, devrimci bir gençti… Şubat 1980’de, bir gösteri sırasında jandarma eri Zekeriya Öngel’i öldürdüğü iddiasıyla tutuklandığında henüz 16 yaşındaydı. Aynı yılın 12 Eylül günü bir darbeyle ülke yönetimine el koyan askeri cunta, tüm toplumu sindirecek gözdağı eylemlerine girişmişti. Darbeden 3 ay sonra, 13 Aralık 1980’de, ‘artık’ 17 yaşında olan Erdal Eren, Ankara Merkez Cezaevi’nin avlusunda asılarak öldürüldü. Erdal’ı öldürebilmek için mahkeme kararıyla yaşını büyüten Türk ‘adaleti’nin bu suçu ilk günden itibaren zaten hiç unutulmamıştı. Ama yakın zamanda onu tüm topluma yeniden hatırlatan da Erdoğan olmuştu. 20 Temmuz 2010’da, eylül ayında yapılacak anayasa değişikliği referandumu öncesi, o dönem Başbakan olan Erdoğan, Meclis kürsüsünden değişiklik lehine oy isterken, 12 Eylül döneminde asılanları son derece ‘duygulu’ bir konuşmayla anmış, Erdal Eren’in 18 yaşına bile girmeden idam edildiğini vurgulamıştı…

1990 | ‘SAVAŞA HAYIR’ DİYEN ÇOCUK TUTUKLANIYOR

Ekim 1990… Türkiye, ‘sivil’ yönetime çoktan geçmiş ama hapishane avlularında sabaha karşı çocuk boğazlayan darbenin, yasaları da zihniyeti de dimdik ayakta… Ağustos ayında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak Kuveyt’i işgal etmiş ve bölgede savaş davulları çalıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal Irak’la bir savaşa hazırlanan ABD’nin yanında bu çatışmaya katılmaktan yana, “1 koyup 3 alacağız” diyor! Ama ülke kamuoyu savaşa karşı. 16 yaşındaki Pendik Lisesi öğrencisi Nermin Alkan da 3 Ekim 1990 günü okulunun duvarına ‘Bu haksız savaşa hayır demek insanım diyen herkesin görevidir’ yazılı bir afiş asıyor… Bu afiş, pek çok okulun duvarlarına dev harflerle yazılan“Yurtta sulh, cihanda sulh” mottosuna gayet uygun bir barış dileğini yansıtıyordu; ama bu çocuğa ‘barış istemenin bedeli’ ödetilecekti! Nermin, okuduğu Pendik Lisesi’nden derhal atıldı ve bizzat o okulun müdürü Süleyman Yolcu tarafından polise ihbar edildi. Ertesi gün ‘yakalandı’ ve gözaltında tutulduğu 9 gün boyunca sorgulandıktan sonra‘Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne çıkarıldı… ‘Devletin güvenliği’ni tehdit ettiğine kanaat getiren mahkeme tarafından tutuklandı. 20 yıla kadar hapsi isteniyordu! Mehmet gibi o da bir anda ülkenin gündemine oturdu: Bir çocuğun, üstelik barış istediği için tutuklanmasına toplumun gönlü razı olmuyordu. 18 yaşından küçük olduğu için haberlerde adının baş harfleriyle anılan “N.A.” savaş karşıtı bir simgeye dönüşürken yüzlerce okulun duvarlarında ‘Savaşa Hayır’yazıları türemeye başladı.

‘N.A. SORUNU’ MECLİS’TE: TANIDIK İSİMLERDEN TANIDIK YANITLAR!

Bu orantısızlık TBMM’nin de gündemine geldi. Anamuhalefetteki SHP’nin merhum Genel Başkanı Erdal İnönü, partisinin TBMM grup toplantısında N.A.’dan söz ederek “Türkiye ayıplarından kurtulmalıdır. Türkiye’de yaşamaktan utanmamalıyız. Kurtarın bu kızı” diye haykırmıştı.

15 Ekim 1990 günü de SHP İzmir milletvekili Neccar Turhan, Nermin Alkan’ın durumuyla ilgili bir soru önergesi verdi. ‘Dönemin İçişleri Bakanı’ bu önergeyi yazılı olarak cevapladı. Şöyle diyordu:

“İstanbul Pendik Lisesi koridor duvarına karton afişi asarken yakalanan Hüseyin ve Şükriye kızı 1974 Nurnberg-Almanya doğumlu Sivas nüfusuna kayıtlı Nermin Alkan ile ilgili yapılan incelemede;

Yasadışı örgütün Pendik Lisesi sorumlusu olduğunu ve örgütün üst düzey sorumlusu Bünyamin Yücel’den aldığı talimatla hareket ettiğini beyan etmiştir.

Adı geçenin ikamet yerinde yapılan aramada; çok sayıda yasaklanmış yayın, afiş ve bildiriler ele geçirilmiş, İstanbul’da çeşitli semt ve tarihlerde korsan gösteri, molotof kokteyli hazırlayıp atma, örgütten aldığı talimata göreöldürülecek kişilerin adres tespiti ile soygun yapılacak yerler hakkında istihbarat çalışması yaptığını itiraf etmiştir.

(…) Polis, kanunların kendisine verdiği yetki ile vazife yapmaktadır. Kaldı ki ortada bir suç ve suçlu vardır. Mümeyyiz küçük olup olmayacağına karar verme bağımsız mahkemelerin görevidir.”

Bugün de kulaklara çok ‘tanıdık’ gelen bu açıklamayı yapan ‘dönemin İçişleri Bakanı’ Abdülkadir Aksu, Türk siyasetinde daha uzun yıllar kalmaya devam etti. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasındaydı. 58 ve 59. AKP hükümetlerinde yine İçişleri Bakanı olarak görev yaptı

İşte Aksu’nun bu yanıtı verdiği gün, Kars bağımsız milletvekili Mahmut Alınak da Meclis kürsüsünden sert bir konuşma yapmıştı:

“Turgut Özal savaş istiyor diye 55 milyonun savaş çığlıkları atması isteniyor… N.A. daha bir çocuk. Savaş tehlikesi küçücük yüreğinde korkular yarattı. Devlet ise polisiyle bu küçük çocuğun yakasına yapışıyor. N.A.’nın yüreği şimdi özgürlük için çarpıyor.”

Alınak’a da ‘tanıdık’ bir yanıt üstelik yine ‘tanıdık’ bir isimden geldi. O dönem Devlet Bakanı olan, şimdiki TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 16 yaşındaki Nermin için şu sözleri söyleyecekti: “Bunlar savaşa hayır dedikleri için değil, kanuna aykırı davranıp silahlı çete üyesi oldukları için haklarında dava açılmıştır…”

Nermin Alkan tutuklandıktan 4 ay sonra tahliye oldu. Pendik sınırlarında okuması yasaklanmıştı. Kadıköy’deki bir okula kaydını yaptırdı. İronik şekilde okulun adı ‘Kenan Evren Lisesi’ydi. Üniversiteye gitti ve kendisini polise teslim eden müdürüyle ‘meslektaş’ oldu! 2002 yılında gazeteci Ahmet Şık, 12 yıl önce kolundan tutulup atıldığı Pendik Lisesi’nin kapısından öğretmen olarak girerken onu buldu ve konuştu.

1997 | BAKLAVA ÇALAN ÇOCUKLAR
10 Ağustos 1997… Sabah 06.00… Gaziantep Emniyeti’nin telsizlerinden bir anons geçiyor:

“Elmacı Pazarı 4 numarada bulunan Güllüoğlu’na ait tatlıcı dükkanının soyulduğunu…”

Olay yerine giden polisler, fıstıkların bulunduğu tezgahların karıştırıldığını, baklava tepsilerinin bulunduğu yerin boş olduğunu belirliyorlar. Ancak yazar kasa ve çelik kasanın yerli yerinde durduğu da tutanaklara geçiyor. Bu ilginç bir ‘hırsızlık’ vakası: Mağazaya girenler her kimse, paralara dokunmayıp, onları almaya çalışmayıp, fıstık ezmesi ve baklava ‘yürütmüşler’!

Sherlock Holmes bu kadar veriyle, dükkana girenlerin çocuk olduğunu derhal tespit ederdi herhalde! Türk polisi de birkaç gün sonra ‘failleri’ buluyor. Gaziantepli 4 çocuğun evleri basılıyor, gözaltına alınıyorlar. İki Ali, Levent ve Metin… İşkence görüyorlar. Tırnaklarına tel sokuyorlar, elektrik veriyorlar… İşkence altında imzaladıkları ifadelerle tutuklanıyorlar.

Bu dört çocuk, Türkiye’nin dört yanından yükselen, ‘yapmayın, etmeyin’ çığlıkları arasında, baklava fıstık ezmesi çaldıkları için 9’ar yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Üçü 18 yaşından küçük oldukları için 2.5’ar yıl yattıktan sonra serbest kaldı, Metin ise 18 yaşını 6 gün aştığı için cezasını tamamladı. Hayatları alt üst oldu. Sabıkalarına ağır hapis cezası işlendi ve Türkiye tarihine ‘baklava çalan çocuklar’ isimli utanç sayfasıyla geçtiler.