“Halklar ve İnançlar Konferansı” Sonuç Bildirgesi

[ A+ ] /[ A- ]

Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) “Adalet, Eşitlik ve Özgürlük Arayışları” temasıyla düzenlediği Halklar ve İnançlar konferansının sonuç metni:

“Geçmişi ve günümüzü kendi tarihsel kimliklerinin özgün toplumsal ve politik varoluş koşulları içinden değerlendiren konferans, özgür bir gelecek tahayyülü bakımından da temel meselelerde görüş birliği içinde olduğunu özellikle belirtir.

Trakya, Mezopotamya ve Anadolu’daki halkların, kültürlerin, inançların iç içe geçtiği, harman olduğu topraklarda yaşıyoruz. Farklı zamanlarda kendini burada var etmiş; kimi sürgünler, göçler, fetihlerle gelerek bu toprakların yerlisi olmuş diller, dinler, kimlikler.

Ne yazık ki, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün ikliminde bir halklar bahçesi olabilecek böyle bir coğrafya, savaş, ölüm ve acılarla örtülmüş çorak bir toprağa dönüşmüş bulunuyor. Bunun sebebi yıkılan bir imparatorluktan geriye kalan bu çok etnisiteli, çok kültürlü ve çok inançlı halklar toplamından, Kemalist modernitenin ulus devlet perspektifi doğrultusunda tek ferdi “dünyaya bedel” olan bir “Türk Ulusu” yaratmanın nafile gayretidir.

Bu zorbalıkla “ulus inşası” politikası yüz yıldır kesintisiz devam eden bir insanlık dramına yol açmıştır. Halklar ve inanç toplulukları, sistemli bir baskı, seyreltme, dağıtma ve yok etme uygulaması ile ana dillerini, kültürlerini ve inançlarını inkara zorlanmış, asimilasyon potasında eritilerek egemen Türk kimliği ve Sünni inancı kalıbına dökülmeye çalışılmıştır. Bu bakımdan, Türkiye’nin uluslaşma tarihi bir taraftan da halkları kendi kimliğine, diline ve kültürüne yabancılaştırma, birbirine düşman etme ve kırdırma tarihidir de.

Kendisini Müslüman gören halklar artık topyekûn “Türk” olacaklardı. Asimilasyona yani Türklüğe direnenler ise her türden askeri, politik, sosyal ve kültürel zorbalıkla ezileceklerdi.

Koçgiri, Ağrı, Şeyh Sait ayaklanmalarından Dersim katliamına, oradan günümüzde Kürt halkına karşı sürdürülen savaşa kadar uzanan politikalar bu istikrarlı çizginin uzantılarıdır. Aynı politikalar Pomak, Boşnak, Arnavut, Arap, Laz, Çeçen Adige, Oset, Gürcü, Roman, Azeri halkları, Pontuslular ve Hemşinlileri Türkleştirmek, gayri müslim olanları da Müslümanlaştırmak için uygulandı.

Asimile etme imkanı bulamadıkları ve servetlerine göz koydukları gayri müslim halkların soykırımlar, tehcirler, katliamlarla çoktan başlamış fiziki tasfiyeleri tamamlandı, ya da varlıkları minimal düzeye indirildi. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler bu başlıkta ele alındı. 1915 Soykırımı, 1923 mübadelesi, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları ve benzerlerini hatırlamak yeterlidir.

Halklarımıza bu deli gömleğini giydirebilmek, “tek ulus, tek dil, tek din” cenderesinde yenibir şekil verebilmek için yüz yıldır süren işkence, günümüzde de gittikçe şiddetlenen gerilimler ve çatışmalar ortamında devam ediyor. Bu ülkede “Türk-İslam” olandan başkası hala “sözde vatandaş” olarak niteleniyor. Anadilini özgürce kullanamıyor. Kimliğini, kültürünü istediği gibi geliştiremiyor. Şoven baskılar altında kimliğini gizlemek zorunda kalıyor. İnandığı yerde inandığı şekilde ibadet edemiyor, hatta ölülerini bile inandığı gibi defnedemiyor. Alevilik, Zerdüştlük, Ezidilik inancına sahip olanlar bizzat bu ülkenin Başbakanı tarafından nefret suçu işlenerek, toplumun ırkçı ve bağnaz şiddet eğilimleri kışkırtılarak aşağılanmaya çalışılıyor. Halklar arasına nefret tohumları saçmaya çalışan başbakan bu davranışlarıyla aslında insanlık suçu işliyor ve toplumsal bir bölünmenin kışkırtıcılığını yapıyor. Buna karşılık başta Kürtler olmak üzere bütün halklar özgürleşmek için ağır bedeller ödüyor.

AKP iktidarı ise bir yandan türlü demagojiyle demokrasi havarisi kesilirken diğer yandan devletin tüm olanakları; sermayesi, güvenlik güçleri, cezaevleri, medyası ile halka en küçük bir direnme mevzisi bırakmamak için saldırıyor.

Bu gün özellikle Kürt Halkının bu imhacı, asimilasyoncu politikalara karşı yürüttüğü direnişin yarattığı imkanlarla, tüm ezilen milliyetler ve inanç toplulukları içinde demokratik taleplerin yükseldiği ve dayanışma ruhunun geliştiği de görülüyor.

Bu tarihsel ve güncel saptamaları yapan konferansımız aşağıdaki talepler doğrultusunda ortak mücadele süreci örmeyi, birlikte hareket etmek için gerekli imkanları yaratmayı bir görev olarak bilir:

* Bütün Halkların eşit haklar ve eşit yurttaşlık temelinde, adil ve demokratik koşullarda, kimliğini özgürce yaşaması, kültürünü özgürce geliştirmesi, anadilinde eğitim yapması ve kendi kendisini yönetmenin idari, iktisadi, siyasi ve güvenlik koşullarının yaratılmasının önündeki her türlü engel kaldırılmalı,

* Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilmeli, devlet okullarında din dersleri kaldırılarak devlet bütünüyle din işlerinden elini çekmeli, bütün inançlara eşit biçimde yaklaşmalı, bütün inançlara, ibadetlerini özgürce yapabilecekleri, inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri koşullar sağlanmalı,

* “Nüfus cüzdanı” ve benzer belgelerden “din hanesi” bölümü kaldırılmalı,

* Devlet, sorumlusu olduğu her türlü inançsal, etnik baskı, zulüm ve katliamlardan dolayı halklardan özür dilemelidir. Sürgün, zorunlu göç politikalarına tabi tutulan halklarımızın kendi köylerine, yaşam alanlarına dönüşlerinin yolu açılmalı, el konulmuş olan malvarlıkları iade edilmeli,

* Romanlar, Ermeniler, Rumlar, Ezidiler, Aleviler ve tüm ötekileştirilen halklarımızı aşağılayan, küçük düşürmek isteyen dil, üslup ve yaklaşım, başta eğitim – öğretim ve medya olmak üzere yaşamın tüm alanlarından temizlenmeli, bu kapsamdaki politikalar “nefret suçu” olarak nitelenmeli,

Konferansımız, bu hedeflere ulaşılabilmesi ve anayasal güvenceye kavuşabilmesine ancak barış ve adaleti, halkların ve inançların eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliğini kendisine ilke edinmiş, her dilden, her inançtan ve her kültürden ezilenlerin omuz omuza mücadelesi ile ulaşılabileceği inancındadır.

Bu bağlamda Konferansımız, halklarımızın özgürlük ve eşitlik mücadelesini bu gün Türkiye cezaevlerinde bedenlerini ölüme yatırarak süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleriyle sürdüren Kürt siyasi tutuklu ve hükümlülerin direnişlerini selamlar, halklarımızın özgürlük ve demokrasi kavgasının bir parçası olarak görür, tutsakların taleplerini benimser ve destekler.”