Kimse dokunamaz suçsuzluğumuza

[ A+ ] /[ A- ]

kızışafişmisakmanuşyan

Selçuk ÖZBEK
Birgün

21 Şubat 1944, Rivoli Sokağı Continental Oteli… İşgalci Almanlar ve işbirlikçi Fransızların kurduğu mahkeme salonuna 22 adam ve 1 kadın getirilir. İçlerinden biri, Misak Manuşyan’dır. Manuşyan salona girdiğinde sessizlik kaybolur, küfürler ve hakaretler yükselir: “Haydut!”, “Katil!”

Manuşyan, direniş yıllarında “hayalini kurduğu” bir şeyi gerçekleştirmek için o salondadır belki de… Reichstag Yangını nedeniyle yargılanan Dimitrov’un mahkemedeki savunması ve cesur tavrı nedeniyle ona karşı büyük bir hayranlık besler.

Şimdi kendisi sanık sandalyesinde olan Manuşyan, bu tiyatro mahkemenin atadığı avukatı reddeder ve savunmasını kendisi yapar. Muhtemelen öncesinde bir savunma hazırlamıştır; ama salonda nefret o kadar hakimdir ki kısa bir konuşma yapmakla yetinir. Salondaki Fransızların işbirlikçiliklerini teşhir eder, Almanlara ise şöyle seslenir: “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup, savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim.”

38 yıl önce, Adıyaman

1 Eylül 1906’da Adıyaman’da doğan Manuşyan, dört kardeşin en küçüğüdür. Babasını 1. Dünya Savaşı’nın başında, bölgede yaşanan çatışmalarda kaybeder. Kısa bir süre sonra annesi de kıtlık nedeniyle yaşamını yitirince Kürt bir aile tarafından evlat edinilir. 1915’ten sonra sağ kalan Ermeni çocukları bulmak üzere gelen yetkililer, Manuşyan ve ağabeyini Suriye’ye götürür. 19 yaşına kadar burada yaşar.

Manuşyan’ın ilk şiiri

Manuşyan, her ne kadar direnişçi kimliğiyle bilinse de aslında bir “entelektüel”dir. Bir şair ve yazardır. Sanat ve edebiyata ilgisi, bu alanda yayıncılık yapmaya kadar varacaktır. Manuşyan, ilk şiirini Suriye’deki yetimhanede yazar. Onu bu kadar duygu yüklü hale getiren küçük yaşta yaşadığı trajediler olsa da, şiirini geliştirmesini iki öğretmene borçludur. Birinden edebi Ermenice’yi öğrenen Manuşyan, diğer katı ve haksız yere sert davranan öğretmeni için yazdığı hiciv dolu metinlerle de kalemini geliştirmiştir.

Manuşyan’ın ilk şiirine, karısı Meline’nin yıllar sonra öğretmenlerden iyi olanla irtibata geçmesi sonucu ulaşılır. Şiir şöyledir:

Küçük sevimli bir çocuk
Gece boyu hayalini kurdu
Yapacağı gül demetlerinin
Tatlı şafak vakti erguvani

‘Özgürlüğün ülkesi’ne ilk adım

1925’te Marsilya’ya ayak basmadan hemen önce devrimin, özgürlüğün ve kültürün ülkesine dair umutlarını dile getirdiği uzunca bir şiir yazar, Manuşyan.

Bir süre Marsilya’da kaldıktan sonra ağabeyi Garabed’le Paris’te bir otele yerleşirler. Otelin bulunduğu sokağın adı Vercingetorix Sokağı’dır. Vercingetorix, MÖ 52 ila MÖ 46 yılları arasında Roma İmparatorluğu’na karşı yürüttüğü büyük mücadeleyle bilinir. Tıpkı Manuşyan’ın gelecekte yapacağı gibi Vercingetorix de işgale karşı savaşmıştır. Vercingetorix tarihteki ilk “gerilla” mücadelelerinden birinin komutanıdır aynı zamanda. Manuşyan o sokaktayken bunları düşünmüş müdür bilinmez; ama ikisinin de kendilerinden katbekat güçlü ve büyük bir orduya karşı başarılı bir mücadele yürüttüğünün altını çizmek gerekir.

İki büyük buhran

Bu yetim genç, ailesinden geriye kalan tek kişi olan ağabeyi Garabed’i de 1929’da kaybeder. Ardından kapitalizmin büyük krizinin ilk vurduğu kişiler arasında yer alır. Zira fabrikalar ilk olarak göçmen işçileri kovar. Kısacası iki büyük buhran arka arkaya gelir.

Manuşyan işsiz kalınca zihinsel faaliyetlere odaklanır. Kalacak yeri olmadığı için geceleri kafelerde sabahlar; sabah olup da kütüphaneler açılınca da kitaplara gömülür. Bu da yetmez ona, daha sonra dinleyici öğrenci olarak Sorbonne’a kayıt olur.

İnsan olmak ya da 11. tez

“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
(Karl Marx, Feuerbach Üzerine Tezler)

Zaman hızla ilerlerken insanlık açlık ve şiddetle boğuşmaktadır. Faşizm ise her geçen gün yayılmaktadır. Yıl 1934’tür.

Ruhunu özgürlüğe adamaya hazır bir insan için dünyayı yorumlamak yeterli değildir. Birilerinin bir şeyler yapması gerektiği anda, ilk adımı atanlar daima onurlu insanlardır. Kötülük, iyiliğin harekete geçmediği anlarda var olduğuna göre, iyiliğin sürekli devinimi yaşamı yaşatmak için şarttır. Bu yüzden Fransız Komünist Partisi’ne üye olur Manuşyan. Aynı günlerde HOG’a (Ermenistan’a Yardım Komitesi) girer. O artık yalnızca düşünen değil, direnendir de…

İki küçük yetim, bir büyük aşk…

1934’ün sonuna gelindiğinde, HOG’un düzenlediği yemekte bir kadın şık kıyafetlerine zarar gelmemesi için olağanca dikkatiyle dinlenmeye çekilmiş, bir masada oturur. Misak Manuşyan, ileride biricik aşkı olacak bu kadına ısrarla dans teklif eder. Ama bu gece Meline’nin de anlatımıyla gerçek bir “trajedi”dir. Çünkü Manuşyan, dans sırasında, zorluklarla alınmış olan yeni ayakkabıların üzerine basar. Meline, tabir yerindeyse o gece Manuşyan’dan nefret etmiştir.

Aradan bir yıl bile geçmeden, Misak ve Meline’nin yolları HOG’un kongresinde kesişir. İkisi de Merkez Komite’ye seçilince aynı ofiste çalışmaya başlarlar. Meline’e aşkı günden güne artan Manuşyan bir gün dayanamaz. Yanına gelir ve “Sana sevdiğim genç kızın fotoğrafını göstereyim mi?” diye sorar. Meline’nin yüzüne bir ayna doğrultur. Meline, bunun sadece bir ayna olduğunu söyleyince Manuşyan şöyle der: “Hayır, hayır! İyi bak, bu gördüğün, sevdiğim genç kızın resmi. En çok da gözlerine dikkat et, zira bana anneminkileri hatırlatıyor, dünyada en çok sevmiş olduğum varlığın gözlerini.”

Manuşyan, hayatın ondan alıp kopardığı, yüreğinde boşluk bıraktığı yeri belki de Meline ile tamamlamıştır. İkisi de birer yetim olduğundandır ki, birbirlerine sevgilerini ifade ederken sıklıkla “Küçük yetimim” diye seslenirler. Zaten, Manuşyan’ın ölümden önce yazdığı son mektubu da bir yaşamı özetleyen bu çarpıcı ifadeyle başlar: “Canım Meline’m, sevgili küçük yetimim.”

‘Hayat zamanda değil, zamanın kullanılışında var olur’

Onun için bir günün 48 saat verimliliğinde olduğu söylenir. Zamanı değerlendirmek için yürürken bile kitap okurmuş. Bu nedenle olsa gerek uzun süren toplantıları hiç sevmezmiş. Hele ki, her konuşmacının bir önceki konuşmacının sözlerini bıkıp usanmadan tekrarlayan uzun konuşmalarına dayanamazmış. Manuşyan için konuşmak, açıklamak demek değil, düşünme yetisini harekete geçirmek olduğundan kısa ve yalın ifadeleri tercih eder, esasa ilişkin sözünü söyledikten sonra susarmış.

Erken ölmek zulme direnenlerin kaçınılmaz sonu olduğundan mıdır bilinmez ama, Manuşyan da tıpkı Deniz Gezmiş gibi bakarmış zamana. Dilinden düşürmediği şu söz bunu gösteriyor; “Hayat zamanda değil, zamanın kullanışında var olur.”

İspanya İç Savaşı yılları

Yıl 1936… İspanya’da Falanjistlerin etkisi artarken, dünyanın onurlu tüm insanlarının Uluslararası Tugaylar’a katılıp özgürlük için savaşmaya talip olduğu yıl. Manuşyan da bunlardan biri… Ancak Fransa’da da durum pek iyi değil. Bu dönemde Zanku adındaki haftalık yayının genel yayın yönetmeni olmasının daha faydalı olacağına karar verilince mecburen Fransa’da kalır. Ama o, çok geçmeden tıpkı Uluslararası Tugaylar gibi her ulustan yoldaşıyla birlikte, faşizme karşı savaşma fırsatı yakalayacak.

İki tutukluluk

1939’a gelindiğinde savaş ilan edilir edilmez tutuklanıp Sante Hapishanesi’ne gönderilir Manuşyan. Nazilere karşı savaşmak için izin ister ve serbest bırakılır. Daha doğrusu askere alınır. “Tuhaf savaş”tan sonra terhis edilmesi gerekirken zorla çalıştırılır. 1940’ta Naziler Paris’e girdiğinde, Manuşyan Arnage’da bir fabrikadadır. Buradan kaçıp Paris’e döner. Özgürlüğü çok sürmez. Birkaç ay sonra, 22 Haziran 1941’de yeniden tutuklanır. Bir süre Compiegne’de “entelektüeller koğuşu”nda tutulur. Bu dönem şans eseri hayatta kalır. Zira öldürülen her Alman askeri için önce 10, sonra 25 ve son olarak da 50 rehinenin öldürülmesine karar verilir. 3 aylık tutukluluğun ardından özgürlüğe kavuşan bu “entelektüel”in elinde artık, kalem yerine silah olacaktır.

‘Küçük Prens’ okuyan partizan

Burada, bu insanların ellerine silah almalarını anlatmadan önce onların cani olmadığını vurgulamakta yarar var. Yaptıkları eylemlere rağmen, onlar ne insanüstü varlıklardı ne de işleri ölüm olan insanlar… Onlar ölümle iç içe bir hayat sürmüş olsalar da, yaşamın onlar için de anlamı “herkes” için olduğu gibiydi. Bu mücadelede yer almalarının nedeni de, Nazilere duydukları öfkeden çok insanlığa, yaşama, özgürlüğe duydukları sevgide gizli. Örneğin Manuşyan, “Arı olmak istiyor ruhum tabiatın ortasında/ Bal derlemek çiçeklerden/ vermek onu ebediyen insanlığa” der bir şiirinde. Ve bu adam, karısına bugünün de popüler kitapları arasında olan “Küçük Prens”i zayıf bir ışıkta okuyacak kadar romantikti de…

Belki de Nazilere, başka bir deyişle Almanlara karşı savaşmış olan bu insanın son mektubundaki bir ifade, 22 yoldaşının ve Manuşyan’ın “Haydut” ya da “Katil” oldukları iddiasına son noktayı koyabilir: “Ölüme bunca yaklaşmışken, ne Alman halkına ne de başka kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum; herkes layık olduğu cezayı ve mükâfatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar, çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara…”

Hitler’i yasa boğan eylemler

17 Mart 1943, sabah saat sekiz. Seine Nehri yakınındaki Levallois’da Nazilerin kaldığı otelin civarı… Naziler her sabah yaptıkları gibi sokakta turlarken Manuşyan, ekibin gözü pek direnişçisi Marcel Rayman ve Arsen Çakaryan saldırı hazırlığındadır. Saldırıyı el bombası kullanmak suretiyle Manuşyan gerçekleştirir. Bu, onun ilk eylemidir. Çakaryan’ın anılarına göre Rayman, olayı şöyle anlatır: “Birden, senin (Manuşyan) koştuğunu gördüm. Pardösün, bir kuşun kanatları gibi açıldı. Sonra Almanların rüzgârda eğilen buğday başakları gibi topluca yere serildiklerini gördüm.”

Bu saldırının ardından Nazilere karşı mücadele hız kazanır. Daha çok ses getirecek eylemler planlanır. 28 Temmuz 1943’te, infazlardan sorumlu olan Paris’in kumandanı von Schaumburg’a suikast düzenlenir. Schaumburg ismi Fransız halkı için “katil” kelimesiyle eşanlamlıdır.

Diğer büyük suikastta ise 600 bin işçinin Almanya’ya gönderilmesini planlayan Julius Ritter hedef alınır. 28 Eylül 1943’te Ritter’in ölümü üzerine Hitler, bu dostu için Almanya’da bir günlük yas ilan eder.

Manuşyan ve 22 kişilik ekibi yakalanıncaya kadar, Nazilere karşı sayısız saldırı gerçekleştirir. Sabotajlar da buna dahildir.

İhanet ve tutuklamalar

16 Kasım 1943’te bir randevusu vardır Manuşyan’ın. Fakat birçok yoldaşı tutuklanmıştır. Manuşyan da arananlar arasındadır. Ve tutuklanacağını bildiği halde bu randevuya gider. Çünkü, ölümden çok, ihanet etmekle suçlanmak onu korkutmaktadır. Artık Fresnes Hapishanesi’nde öldürülecekleri günü beklemeye başlar arkadaşlarıyla birlikte. Manuşyan ve ekibinin, siyasi komiserin ihaneti nedeniyle tutuklandıklarını biliyoruz (Meline Manuşyan bu durumu kitabında ayrıntılı şekilde anlatıyor).

Yaşama veda…

21 Şubat 1944, Continental Oteli… Aylar süren işkence günlerinin ardından hızlı bir duruşma gerçekleştirilir. Ve karar açıklandıktan sonra af dileyip dilemedikleri sorulur. Tabii ki, bu FTP-MOI (Fransız Komünist Partisi’nin öncülüğünde kurulan FTPF’nin Francs-Tireurs et Partisans-Main d’Oeuvre Immigree adlı alt birimi. Göçmenler ve farklı uluslardan partizanlar yer alıyordu.) militanları hep bir ağızdan “Hayır” der. Erkekler aynı gün Valerien Tepesi’ne götürülür. Celestino Alfonso ve Manuşyan gözlerinin bağlanmasını kabul etmez. “Güneşe ve güzelim tabiata” bakarak veda ederler yaşama.

3’ü hariç diğer hepsi Ermeni, İtalyan, İspanyol, Rumen, Macar ve Polonyalılardan oluşan bu ekibin tek kadın üyesi Olga Bancic ise 10 Mayıs’ta başı vurularak infaz edilir. Çünkü Fransız yasalarına göre, kadınların kurşuna dizilmesi yasaktır.

‘Suç Ordusu’

İnfazların ardından Naziler bir afiş hazırlatır. “Kızıl Afiş” olarak bilinen bu afişte Manuşyan ve yoldaşlarının fotoğrafları yer alır şu ibareyle birlikte: “Kurtarıcılar mı? İşte Caniler Ordusu’ndan (Suç Ordusu) kurtuluş!”
Afişte yapılan eylemlerin bilgilerine ve etnik kimliklere dikkat çekilir. Bütün bu eylemlerin arkasında yabancılar, dahası Yahudiler olduğu belirtilir. Ama bu “suç ordusu” afişi Nazilerin beklentilerinin aksi yönünde etki yaratır. İnsanlar afişin altına “Fransa için öldüler” yazar. Louis Aragon da buna ithafen “Kızıl Afiş” şiirinde şu dizeleri yazmıştır:

Kimse size Fransız demez gibiydi
İnsanlar gün boyu bakmadan geçip giderdi
Ama karartma saatinde gezinen parmaklar
Fotoğraflarınızın altına Fransa İçin Öldüler yazdılar
Ve artık farklıydı kasvetli sabahlar

Evet, çarpıtma kabiliyetleriyle ünlü olan Naziler bu defa baltayı taşa vurur. İnsanlar mumlar ve çiçeklerle süsler afişlerin etrafını. Afiş, zamanla faşizm karşıtlığının simgesine dönüşür. Bir tarafta 6 milyonun katilleri vardır, diğer tarafta zulme direnenler çünkü… Ve suç olan; faşizme karşı savaşmak değildir. Bilakis faşizm insanlık suçudur.

Onurlu bir yürek vicdanın; objektif bir akıl gerçeğin sığınağıdır. Gerçek elbet yalan ve hileden güçlüdür. Diz çökmeyenler, insanlık için kendilerini feda edenler, yalan ve hileyle baş edemediyse de ölürken, tarih Goebbels’ler tarafından değil onurlu bir yüreğe sahip olan insanlar tarafından yazılır. Kim haklı, kim haksız; kim suçlu kim suçsuz bunu en güçlü propaganda bile değiştiremez. Hani demiştir ya Cemal Süreya, “Biz kırıldık daha da kırılırız/ kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.” İşte, tam olarak böyle olur çünkü.

Not: Misak Manuşyan (Missak Manouchian) ve arkadaşlarının detaylı hikâyesi Meline Manuşyan tarafından yazılan ve Aras yayınlarından çıkan “Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan” adlı kitaptan okunabilir.