Selim SEZER
Nor Radyo Ortadoğu Güncesi Sunucusu
Bu yazı kaleme alındığı sırada dünya gözlerini Kahire’ye dikmiş, 5 Mayıs’ta Filistinli fraksiyonlar tarafından imzalanacak olan ulusal birlik anlaşmasını bekliyordu. İsrail’in tepkilerine rağmen imzalanacak olan anlaşma, Filistin’in uzun süredir en büyük sorunlarından biri olan iç bölünmüşlüğe son veriyor, bir geçiş hükümetinin kurulmasını ve 1 yıl içinde başkanlık ve Yasama Konseyi seçimlerinin yapılmasını öngörüyor.
Anlaşma yalnızca Filistin için değil, Mısır için de büyük önem arzediyor. Zira 25 Ocak’ta başlayıp 11 Şubat’ta diktatör Hüsnü Mübarek’in koltuğunu terk etmesiyle sona eren halk ayaklanmasından bu yana ilk defa bir şeylerin değişmekte olduğunun sinyalleri veriliyor.
Daha şimdiden tarih sayfalarında yerini almış olan “Arap isyanları” dalgasının en kitlesel, en görkemli ve stratejik önemi en büyük halkası olan Mısır devrimi, ilk dönemlerinde kendisinden büyük beklenti içinde olan kesimleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Mübarek’in gidişiyle birlikte iktidarın “geçici olarak” Yüksek Askeri Konsey’e devredilmesi, hayal kırıklıklarının ilkiydi. Devrimi gerçekleştiren halk, iktidarı alamamış, yönetim orduya kalmıştı. Bu durum geleneksel otoriter yapının devam edeceği anlamına geldiği gibi, Yüksek Askeri Konsey’in ilk açıklamasında “bölgesel ve uluslararası anlaşmalara bağlıyız” denmesi, Mısır’ın Camp David’le somutlanan “basiretsiz” dış politika çizgisinin devam edeceği anlamına geliyordu.
İki aydan uzun bir süre boyunca, bu düşüncemizi değiştirmemizi sağlayacak herhangi bir olay yaşanmadı. Ancak geride bıraktığımız günlerde arka arkaya yaşanan üç gelişme tabloyu bir anda değiştiriverdi. Bunlardan birincisi, yazının girişinde sözünü ettiğimiz ulusal birlik anlaşmasının Mısır’ın inisiyatifi ve evsahipliğiyle gerçekleştiriliyor olması. İkincisi, Refah sınır kapısının çok yakında açılacağının duyurulması. Bilindiği gibi Gazze ile Mısır arasındaki Refah sınır kapısı yıllardır kapalı tutuluyordu. İnsanların geçişinin yanı sıra ürünlerin de geçişi katı sınırlamalara tabiydi ve bu da Gazze üzerindeki ambargonun büyük ölçüde ağırlaşmasına neden oluyordu. Temel gıda maddeleri ve ilaçların dahi Gazze’ye girişine izin vermeyen Mısır, 1,5 milyon insanın yaşadığı bu bölgenin bir açık hava hapishanesine dönüştürülmesinde en az İsrail kadar sorumluluk sahibiydi. Devrim sonrasında geçişler nispeten kolaylaştı, şu günlerde ise sınır kapısının bütünüyle açılması yönünde hazırlıklar yapılıyor.
Tüm bunlar yaşanırken Mısır Dışişleri Bakanı Nebil el Arabi’nin ABD’ye “bağımsız Filistin devletinin kurulmasına destek vermesi” yönünde çağrı yapması da, üçüncü büyük gelişme oldu. Bu saydıklarımız, yeni rejimin dış politika konusunda seleflerinden epey farklı bir çizgi izlediklerini gösteriyor. Ancak bütün bunların ABD ve İsrail’in tepkisini çektiğini ve Refah’ın açılması da dâhil olmak üzere atılacak adımların çok da kolay olmayabileceğini hatırlamakta fayda var. Yeni Mısır rejimini, “yol ayrımı” noktasına getiren de tam da bu.
Öte yandan devrimin ve yeni rejimin yazgısını belirleyecek bazı başka belirsizlikler de var. Bunların en başında izlenecek olan sosyal politikalar geliyor. Tunus’takine benzer bir şekilde Mısır’da da politik özgürlük ve sosyal adalet talepleri, ayaklanma sürecinde öne çıkan ve birbirini tamamlayan iki unsurdu. Ancak bu sosyal adalet taleplerini yerine getirecek somut adımlar da henüz görülmüyor. 1 Mayıs’ta Tahrir Meydanı’nı dolduran binlerce kişi, devrimin ezilenlerden yana ekonomik ve sosyal önlemlerin bir an önce uygulamaya geçirilmesiyle anlam kazanacağını haykırdı. Yine aynı esnada 21 yeni özgür sendikanın kuruluşunun ilan edilmesi ve eski rejimin devletlû sendikal konfederasyonu ETUF’un dağıtılmasının istenmesi, yeni bir sınıf mücadelesi dinamiğinin de mayalanmakta olduğunu gösteriyor.
Ülkedeki Hristiyan azınlıkların durumu da, henüz netleşmemiş başlıklardan biri. Hatırlanacağı üzere devrimi önceleyen aylarda İskenderiye’de ve bazı başka şehirlerde, kiliselerde ibadet eden silahsız Hristiyanlar bombalı saldırıların hedefi olmuş, onlarca kişi hayatını kaybetmişti. Mısır nüfusunun %10’unu oluşturan Hristiyanların bir bölümü ülkeyi terk etmeyi düşünüyordu. 25 Ocak ayaklanması Müslüman ve Hristiyan Mısırlıların kaynaşmasına da tanıklık etti. Ne var ki henüz bu kaynaşmadan ötesine tanıklık etmiş değiliz ve seçimlerden sonra oluşacak olan yeni hükümetin bu konuda izleyeceği politika en azından şimdilik fazlasıyla belirsiz.
Önümüzdeki haftalar ve aylar, Ortadoğu bakımından kritik olacak. Arap isyanları dalgasının üzerine sis bulutlarının inmeye başladığı şu süreçte, milyonların gerçekleştirdiği devrimin Mısır içinde ve dışında yaşayan duyarlı kamuoyunun beklentilerini ne ölçüde karşılayacağı yavaş yavaş belli olacak. Yüz milyon insanın yaşadığı bu büyük ülkede eski rejimin ne kadar eski, yeni rejimin ne kadar yeni olduğunu uluslararası kamuoyu pek yakında anlayacak.