Mısır’daki Darbe Üzerine Düşünceler

[ A+ ] /[ A- ]

Egyptian-soldiers

Selim SEZER
Nor Radyo

3 Temmuz darbesinden yaklaşık üç hafta sonra Mısır’dan gelen haberlerin hiçbiri iyi değil. Darbenin ifade edilen amacı toplumsal bölünme ve şiddeti sonlandırmak olsa da, büyüyerek devam eden çatışmalarda ve ‘baltacı’ saldırılarında her gün insanlar hayatını kaybediyor.

Ülkenin muhtelif yerlerinde Kıpti Hristiyanlara yönelik saldırılar sürüyor. Müslüman Kardeşler hareketinin ulusal uzlaşı çağrılarını –kendileri bakımından anlaşılabilecek bir şekilde– reddetmesi, tansiyonun uzun süre daha yüksek kalacağını gösteriyor. Tüm bunlar yaşanırken, Refah sınır kapısı büyük ölçüde kapalı kalmaya devam ediyor ve ‘devrimci’ Mısır ordusu, abluka altındaki Gazze’ye temel ihtiyaç maddelerinin girmesini sağlayan tünellere arka arkaya operasyonlar düzenliyor.

Birkaç hafta içinde ortaya çıkan bu tablonun, 3 Temmuz öncesine nazaran daha da kötü koşullar yarattığını söylemek yanlış olmayabilir. Üstelik darbenin arkasındaki uluslararası bağlam tedirginlik vericidir. Ancak, bütün bunlara rağmen 3 Temmuz darbesini ‘halkın/çoğunluğun iradesine’ ve ‘seçilmiş cumhurbaşkanının meşruiyetine’ karşı yapılmış bir darbe olarak tanımlamak, asıl tartışılması gereken noktaları gözden kaçıran sığ bir yaklaşımdır.

Öncelikle, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Mısır toplumunun küçük bir azınlığının oyuyla seçilmiştir. 50 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu Mısır’da, 2012 yılında yapılan seçimin ilk turunda Mursi’nin aldığı oy 5,5 milyondu. İkinci turda oyunu 13 milyona çıkarabilmesinin nedeni, karşısında kalan tek aday olan Ahmed Şefik’in Mübarek dönemiyle özdeşleşmiş bir isim olmasıydı. Seçim sürecinde özellikle sol ve liberal gruplar tarafından boykot çağrıları da yapılmıştı ve bu çağrıya uyarak ya da herhangi bir nedenle oy vermeyenlerin sayısı, Mursi ve Şefik’e oy verenlerin toplamına eşitti.

Muhammed Mursi öyle ya da böyle anayasal bir meşruiyetle Başkanlık koltuğuna oturmuştu; ancak, bu ‘meşruiyet’in korunması için yapması gereken çok şey vardı. Devrim yaşamış bir ülkenin ilk seçilmiş cumhurbaşkanının üzerine düşen görev, devrimi ileriye götürmek ve toplumun tüm kesimlerinin beklentilerini karşılamaktır. Mursi ise hızla kişisel bir iktidar kurdu. Tüm devlet kurumlarını kendisine bağlamaya çalıştı. Kasım ayında hazırladığı ve “Cumhurbaşkanlığı göreviyle ilgili hiçbir icraatının yargılama konusu olmamasını” öngören kararname küçük çaplı bir ayaklanmaya neden oldu. Bu süreçte ve Mursi’nin iktidarda olduğu dönem boyunca gerçekleşen muhalif gösterilerde onlarca kişi hayatını kaybetti.

Mursi’nin hayal kırıklığı yarattığı bir diğer alan dış politika oldu. Filistin yanlısı gibi görünen söylemlerin altı bomboş kaldı ve yönetim, Filistinlilere elle tutulur herhangi bir şey sağlamadığı gibi, Gazze’nin can damarları olan tünellere tazyikli su pompalayacak kadar ileri gitti. Suriye krizi konusunda kendisinden uzlaştırıcı bir tutum alması beklenirken -ve geçen yıl Tahran’da yapılan Bağlantısızlar Zirvesi’nde bu yönde umut da oluşmuşken- muhtemelen başka uluslararası güçlerin basıncıyla giderek saldırgan bir tutum izlemeye başladı. Geçtiğimiz Mayıs ayına gelindiğinde, Mursi, artık Suriye’ye karşı ‘cihad’ çağrısı yapıyordu. (Satır aralarında kalmıştı ama Mursi yönetimi Nil Nehri üzerine baraj inşa etmek isteyen Etiyopya’yı da askeri saldırıyla tehdit etmişti) Suriye-İran karşıtı söylemlere paralel olarak ülkede Şii düşmanlığı da körüklendi. Mursi’nin de katıldığı bir mitingde “Mısır’da İranlılara ve Şiilere yer yok” denilmesinden kısa süre sonra dört Mısırlı Şii linç edilerek öldürüldü. Hristiyanlara yönelik saldırılar da sistematikleşiyor, yönetim bu saldırıları durduracak herhangi bir adım atamıyordu.

30 Haziran günü Mısır’ın dört bir yanında, bu denli kötü bir yönetime karşı sivil-barışçıl bir isyan başladı. ‘Temerrud’ (isyan) hareketinin, Muhammed Mursi’nin istifası için topladığı imzalar 22 milyonu buldu. Başkent Kahire başta olmak üzere ülke çapında Mursi’ye “Git” diyenlerin sayısı, farklı değerlendirmelere göre 15 milyonla 30 milyon arasındaydı. Her durumda Mursi karşıtları, bir yıl önce kendisine oy verenlerden fazlaydı –bir yıl önce ona oy verip bir yılın sonunda taraf değiştirenler de hiç az değildi. 3 Temmuz günü itibariyle Mursi, artık meşruiyetini kaybetmiş durumdaydı ve ‘halkın iradesi’ kesinlikle iktidarın düşmesinden yanaydı.

İşte tam bu noktada ordu, 25 Ocak/11 Şubat devriminde oynadığı, hareketin yönünü değiştirme ve restorasyon rolünü bir kez daha oynadı. Halk hareketinin Mursi’yi istifaya zorlaması ve demokratik bir devrimin gerçekleşmesi gayet mümkün iken, ordu aceleci davranarak kendi yol haritasını silah zoruyla dayattı. Ortaya sokağın beklentilerinden hayli uzak bir yönetim çıkarken, Müslüman Kardeşler hareketi kendisi için mükemmel bir demagoji fırsatı buldu.

Darbenin hemen arkasından Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Sisi’yi ilk tebrik edenin ve geçici yönetimi ilk tanıyanın Suudi Arabistan olması dikkat çekicidir. 4 Temmuz günü, yani darbeden bir gün sonra, Sisi’nin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle çok önceden anlaştığını ve bu iki Körfez monarşisinin yeni Mısır yönetimine maddi destek sözü verdiğini iddia eden yorumlar yapılmaya başlandı. Bu yorumları doğrulayacak şekilde, gerçekten de birkaç gün önce Suudi Arabistan ve BAE, Mısır’a toplam 8 milyar dolarlık yardım yapacaklarını açıkladı.

Muhammed Mursi’nin temsilcisi olduğu Müslüman Kardeşler hareketi, Katar’ın güdümünde bir hareket olarak biliniyor. Suriye konusunda müttefik olan Katar ve Suudi Arabistan arasında uzun zamandır, bölgesel hareketler ve ‘Arap Baharı’ üzerinde hegemonya konusunda ihtilaf ve çekişme de yaşanıyor. Diğer yandan 2011’de devrilen Hüsnü Mübarek’in de Suudi Arabistan’ın yakın dostu olduğu biliniyor. Bütün bunların anlamı, Suudi Arabistan’ın Sisi darbesini destekleyerek (hatta belki de hazırlayarak) Mübarek’in devrilmesinin intikamını aldığı ve şimdi de kendisine yakın bir yönetim oluşturmaya çalışacağı argümanlarının, kesinlikle ciddiye almaya değer argümanlar olduğudur.

Mısır’da 25 Ocak ayaklanmasıyla ortaya çıkan devrimci dinamizm, kolay kolay ortadan kalkmayacaktır. Ancak, görünen o ki, demokratik, halkçı ve anti-emperyalist bir Mısır yönetimine varılıncaya kadar kat edilmesi gereken epey mesafe var.