Robert Fisk’in ‘Has Recep Tayyip Erdogan gone from model Middle East ‘strongman’ to tin-pot dictator?’ yazısının çevirisi

[ A+ ] /[ A- ]

turkeyv2

Robert FISK
Çeviri: nefesimiduy.wordpress.com

Türkiye’nin Suriye’deki tutumu, Ortadoğu’nun güçlü adam modeli Recep Tayyip Erdoğan’ı beş para etmez bir diktatöre dönüştürüyor. Bir zamanlar Barack Obama’nın en sevgili müttefiklerinden olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı gittikçe artan otoriter bir tavır ortaya koyuyor.

Recep Tayyip Erdoğan, Barack Obama’nın en sevgili müttefiklerinden biriydi. Dinci ama laik, güçlü ama demokrat, bağımsız ama güvenilir bir NATO dostuydu. Eskiden Osmanlı imparatorluğuna bağlı olan Arap bölgesinde Beyaz Saray ve Pentagon’un rehber olarak güvenebileceği türden bir adamdı. Aynı zamanda Suriye‘nin nefret edilen lideri Beşar El-Esad’ı dize getirebilecek isyancılara ulaşan bir kanaldı.

Hatta think-tank* şarlatanları, yine Amerikan “resmi kaynakları”ndan feyz alarak, Türkiye’yi diktatörlük sonrası Arap dünyası için bir “rol model” ilan etmişlerdi.

Şimdi sıkı durun. Kürt kesimini hala hor gören, 1915 Ermeni soykırımını sürekli inkâr eden, hatta Ermeni gazeteci Hrant Dink’in 2007’de İstanbul’da öldürülmesi ile ilgili davayı bertaraf eden ülke, Müslüman dünyasının takdirle izlemesi gereken bir görüntü müdür? Evet, maske artık düştü.

Erdoğan geçtiğimiz yıl Gezi Parkı protestocularının üzerine polisi gönderdi. Partisi ve yakınları yolsuzluk ithamları altında kalınca çılgına dönüp yüzlerce polis ve güvenlik mensubunu tasfiye etti. Yerel seçimlerden hemen önce sosyal medyanın kökünü kazıyacağını söyleyerek Facebook ve Twitter’ı yeni teröristler ilan etti. Açık ara farkla seçimleri kazanmasının ardından her zamankinden daha itaatkâr olan basına Saddam Hüseyinvari tehditler savurdu. Ortaya çıktı ki Türkiye yalnızca Türkiye için bir rol modeldi.

Yani şimdi Ortadoğu’nun o güçlü adamı, beş para etmez ve oldukça tehlikeli bir diktatöre mi dönüşüyordu? Yoksa muhafazakâr ve ılımlı demokrat, bir anda gerçek yüzünü mü göstermişti? 2011 yılında Arap isyancıları yerel diktatörleri yıkmaya başladığında, Erdoğan bunun önemini anlayan ve devrimcileri öven ilk liderdi. Osmanlı bayrağının, ya da onun şimdiki Türk versiyonunun, Mısır’daki Arap evlerinde bir kez daha gururla dalgalanacağı kimin aklına gelirdi? Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi sözde demokrasi aşığı Mısırlı başbakan yardımcısı, savunma bakanı ve genelkurmay başkanı tarafından devrildiğinde Erdoğan, Katar’da olduğu gibi, Mursi’nin hala Mısır’ın lideri olduğu konusunda ısrarcıydı. O dönemde Erdoğan, General Sisi’nin adını nadiren dile getiriyordu.

Tahminime göre Erdoğan’ın bir sonraki hedefi Zaman gazetesi olacak. Ülkenin en inatçı ve provokatif gazetelerinden biri olan Daily Zaman’ın çalışanları, yakında Erdoğan’ın gazabına uğrayacaklarından korkuyor. Erdoğan, İslamcı rakibi Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da hukuksuzca ikamet ettiğini iddia etmişti. Gazete bu iddialara, emekli bir savcının “başbakanın yargıyı etkilemeye çalıştığı” ifadeleriyle karşı çıktı. İdeolojik olarak Gülen’e yakın olan gazete, Erdoğan’ın seçimlerdeki %45’lik başarısına yolsuzluk ve rüşvet skandalının katkıda bulunup bulunmadığını sorgulamaya başladı. Ayrıca benzeri görülmemiş bir raporla, Ermenilerin 16 Mart’ta Türkiye’nin desteklediği İslamcı birlikler tarafından Suriye’nin Kessap şehrindeki evlerinden sürülmesi ile 1915’teki kitlesel ölümler arasındaki benzerlikleri yazdı, ancak gazete bu olayı soykırım olarak adlandıracak kadar cesur değildi.

Türkiye soykırımı inkâr ettiği gibi, bu olayı da inkâr etti. Bunların ikisi de saçmalık. Kessap’a saldıran Cebat el-Nusra adamları, Irak ya da Ürdün’den gelmemişti. Osmanlı Ermenistanı’nın en uç bölgesinde binlerce Ermeni’nin yaşadığı bu şehir, Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere cephane desteği verdiği Suriye sınırından yalnızca birkaç kilometre ötedeydi. Ermenilerin sınır dışı edilmesi, rakiplerinin zalimliğini diline dolaması için Esad rejimine yeniden büyük bir fırsat sağlamıştı.

Ancak kanıtlar gösteriyor ki; Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın, Esad karşıtı isyana müdahil oluşu, Obama ile olan ilişkilerinde büyük önem teşkil ediyor. Elbette Suriye yönetimi de, geçtiğimiz ağustos ayında Şam’daki Guta bölgesinde yüzlerce Suriyeli sivilin ölümüne yol açan sarin gazının Türkiye’den geldiğini ve Batı’nın silahlar konusunda Esad’ı suçlayacağını uman İslamcı gruplar tarafından bu gazın kullanıldığını iddia edecekti. The Independent’ın Suriye’deki saldırılarla ilgili araştırmasına göre, Rus kaynaklar kimyasalların Esad’a satılmadığını ifade etti. Kimyasallar Libya’daki Kaddafi rejimine Moskova tarafından satılan stoklardan gelmişti.

Suriyeli ordu subayları ve Esad’a yakın bir şahsın da bana aktardıkları gibi, Amerika ve müttefikleri gaz saldırıları için aynı anda rejimi suçlarken, sarin gazının Suriye’nin kuzeyine Türkiye üzerinden taşınmış olduğu kanıtı göz ardı edildi. Bu subaylar ve şahıs, sürekli olarak 130 sayfalık bir iddianameyi işaret ediyorlardı. Bu iddianameye göre 10 El-Nusra mensubu Türkiye’nin güneyi üzerinden bazı maddeleri taşımakla suçlanıyorlardı. Bu maddeler yerel polis tarafından “sarin gazının kimyasal öncüleri” olarak tanımlanmıştı. Bu tanım doğruydu. Grubun elebaşı Haytam Kassap 25 yıllık hapis istemiyle hâkim karşısına çıktı ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, bunun ardından şüpheliler ortalıktan kayboldu. Bu sırada Moskova’daki Türkiye büyükelçisi tutuklamaları inkâr ederken, neredeyse Saddamvari bir tavırla “sarin”in bir çeşit “anti-friz” olduğunu iddia ediyordu.

En çok tartışılan isimlerden biri olan Amerikalı araştırmacı gazeteci Seymour Hersh (itiraf etmeliyim ki nefret ettiğim tanımlamalar, anonim “yetkililer” ve “uzmanlar”’ı kaynakları olarak oldukça sık kullanıyor, yine de kendisi benim eski bir arkadaşımdır) yakın zamanda, Suriye’de kimyasalların kullanımı üzerine rahatsız edici ve ilgi uyandıran araştırmasını yayınladı. Türkiye’yi Suriye’deki Han El Esel bölgesinde muhaliflerin sarin gazı kullanmasına izin vermekle suçluyor.

Daha da ileri giderek, İngiliz Porton Down savunma laboratuvarının Guta’da kullanılan (Rus askeri istihbarat çalışanının nezaketi sonucu elde edilen) sarini incelediğini ve gazın Suriye ordusunun kimyasal silah cephanesindeki stoklardan gelmediğini İngiliz istihbaratının doğruladığını iddia ediyor. (Guta’daki bu saldırı Obama ve yönetimini Esad’a karşı öfke nöbetine sürükleyen saldırıydı.)

Hersh’e göre, ki kendisinin çok sevmeyeni var, bu durum Amerikan Genelkurmayı’nı Başkan Obama’ya “Guta saldırısını Suriye’ye düzenlenecek bir askeri saldırı için bahane olarak kullanmaması gerektiğini” söylemesi yönünde ikna etmek için yeterliydi. Ani (ve hala anlaşılmaz) bir kararla Suriye bombardımanı için kongre onayı aramasına rağmen Obama sonunda razı oldu. Bu onayı elde etmesinin zor olduğunu önceden biliyordu. İşte burada Erdoğan bağlantısı geliyor: Amerikalılar Esad’ı yok etme konusunda tuzaklarına düşmediği için Türkiyeli yetkililer çileden çıkmıştı.

Hersh’e göre Erdoğan, Türkiye üzerinden bir “gizli hat” boyunca Amerikalıların Suriyeli isyancılara Libya’dan silah taşımasına izin vermişti. Eskiden Sovyetler Birliği’nden Libya’ya gerçekleşen sarin sevkiyatları ile bu olay arasındaki bağlantı dikkat çekiyor. Hersh Guta saldırısından aylar sonra da bu “gizli hat”ın devam ettiğini söylüyor. Dolayısıyla hala Türkiye’nin İran’la altın ticaretine izin veriliyordu. Bu ticaret, milyar dolarlık rüşvet fonu yaratmasıyla karlı bir girişimdi ve bu para Erdoğan’ın etrafındaki kıdemli kişilerin eline geçtiği sonradan anlaşılan yolsuzluk parasının ta kendisiydi.

Geçen hafta İstanbul’da görüştüğüm Türkiyeli bir gazeteci şunları iddia etti: Obama’nın Esad rejimine saldırmasına neden olması gereken ama nihayetinde başarısız olan Guta’daki sarin saldırısından sonra Erdoğan’ın – zaten aşikar olan – çılgınlığı gaddarlık noktasına ulaşmıştı. Eğer Amerikan bombardımanı gerçekleşseydi, Türkiye herhangi bir “yeni Suriye”de iktidarın belirleyicisi olacaktı ve belki de bu tarihi ülke Osmanlı tarzı geniş bir imparatorluğun parçası haline gelecekti. Bu kadarı fazla. Erdoğan, Madde 22’deki Yossarian** gibi, oldukça tuhaf bir insan. Politik megalomanya belirtileri gösteriyor.

Hersh geçen yıl 16 Mayıs’ta düzenlenen bir akşam yemeğini oldukça detaylandırıyor. Erdoğan ve Obama haricinde MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı bu yemekte, Obama Fidan’ı öfkeyle işaret ederek “Suriye’deki radikallerle ne yaptığını biliyoruz.” diyor. Bu akşam yemeği gerçekleşti. Elbette kimse neler söylendiğini ortaya çıkarmayacak.

Amerikalılar ne yaparsa yapsın Türkiye Suriye’deki savaşa müdahil olmaya devam edecek. Obama isyancıların hem güvenilmez ve tehlikeli olduğuna hem de yenildiğine inanıyor. Ancak tapelerin birinde Türkiyeli yetkililerin Suriye’ye saldırı için gerekçe aradığı bir konuşma ortaya çıktı. Bu tape Youtube’da yayınlandığında Erdoğan’ı çileden çıkardı, dolayısıyla site engellendi. “Montaj” diye bağırdı Türkiye hükümeti. Hiç kuşkusuz öyledir.

* think-tank: beyin takımı

** Madde 22: Joseph Heller tarafından kaleme alınan roman, Yossarian’ın ve diğer havacıların hizmetlerini yerine getirip eve dönebilmek uğruna kampta yaşadıkları deneyimleri ve ruh sağlıklarını koruyabilme çabalarını konu alır. “Catch-22″ ibaresi, “sorunlu bir durumda tek çözümün, sorunun özünde olan bir durum ya da kural tarafından engellenmesi” anlamında İngilizce’de kullanıma girmiştir. Kaynak: Vikipedi.

Kaynak: http://www.independent.co.uk/voices/comment/has-recep-tayyip-erdogan-gone-from-model-middle-east-strongman-to-tinpot-dictator-9252366.html

Not: Profosyonel bir çeviri değildir.