Talep Ediyoruz

[ A+ ] /[ A- ]

Pakrat ESTUKYAN

Ülkelerinin yalan, sahtekârlık, hile ve inkâr üzerine kurulu olduğu acı gerçeği ile yüzleşen Türkiyelilerin sayısı günden güne artmakta. Bu konuda en ilginç tespitlerden birini de şimdiki Kültür Bakanı “sentetik bir Türk milleti yaratıldı” ifadesi ile dile getirdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, ürettikleri her yalan için ayrı ve uygun kılıflar hazırladılar ve Milli Eğitim müfredatı sayesinde de topluma benimsettiler. Gerçekleri ters yüz etme ve böylece de millî bir söylem üretme deneyimi, geçmiş yılların iç ve dış konjonktürü ile mümkün oldu. Ne de olsa içeride ciddi bir muhalefet iklimi görünmüyordu. Bugün geçerli olan insan hakları kavramının yerine o yıllarda toplumların iradesi, devletlerin hakları konuşulmaktaydı. Bu ortamda da devletlerin kendi halklarına yönelik propaganda kıvamındaki söylemleri eleştirmeye kimse cüret edemiyordu.

Ancak, küreselleşen dünyada insan hakları söz konusu olduğu zaman, ‘bu bizim iç işimizdir’ bahanesi artık geçerli olmuyor. Örneğin, Mısır’daki veya Suriye’deki yönetimler kendi yurttaşlarına katliam gerçekleştirdiklerinde, uluslararası kamuoyuna da hesap vermek zorunda kalıyorlar.

Nijeryalı mülteci Festus Okey’in altı yıl önce katledilişini de bu açıdan değerlendirmek zorundayız. Polisin keyfi bir şekilde gözaltına aldığı Okey, sağlam bir halde götürüldüğü Beyoğlu Emniyet Amirliği’nden ağır yaralı olarak çıkarılmış, nakledildiği Taksim İlkyardım Hastanesi’nde de yaşamını kaybetmişti. Olayın ardından polislerce düzenlenen tutanakta, Festus Okey’in görevli polisin belindeki silahı almaya davrandığı, engel olmak isteyen polisle boğuşurken de silahın aniden ateş aldığı yazılıydı. Olayı aydınlatabilecek, gerçeği öğrenmemizi sağlayacak iki önemli kanıt, her ne hikmetse sırra kadem basmıştı. Birincisi, karakolda daima kayıtta olan güvenlik kamerası bu olay anında kayıtta değildi, ikincisi ise silahın ateşlenme mesafesi, merminin giriş açısı gibi bilgilerin okunabileceği gömlek yok olmuştu. Bu hengâmeden sonra başlayan yargılama süreci ise kelimenin tam anlamıyla bir hukuk skandalına dönüştü. Festus Okey’in kimlik bilgilerinin Nijerya’dan bir türlü gelmemesini bahane eden mahkeme heyeti davayı iki yıl boyunca sürüncemede bıraktı.

Ancak, neyse ki bundan bağımsız gelişen, bununla çatışan bir akıl, bir irade de vardı ülkede. Pek çok sivil toplum örgütü olaya sahip çıkmış, yurdundan uzakta katledilen bu yoksul mültecinin sanıldığı kadar sahipsiz olmadığını göstermişti. Ancak, düzenin bekçiliğini üstlenen devlet aklı karşısında onların kararlı mücadelesi de beton bir duvarla karşılaştı. Yargı insan hakları savunucularının, mültecilerle dayanışma platformları temsilcilerinin müdahillik taleplerini ısrarla geri çevirdi. Ülkede hukuk iddia edildiği gibi adaleti sağlamak için değil, devletin bekası için tasarlanmıştı ne de olsa.

İnsanlar soruyor; “Gezi direnişi ile ne değişti ki?”

Ne değişecekti, bilinç yükseldi, az şey mi?

Siz siz olun, bu soruyu Festus Okey’e sahip çıkan sivil toplum örgütlerinin aktivistlerine sormayın.

100 yıllık kötülük tabii ki protesto gösterileriyle yok olacak değil. Ama yeni bir bilinç birikiyor ve bu birikimin ne kadar önemli ya da ‘tehlikeli’ olduğunu da yarattığı panik ve dehşetten okuyoruz.