Laurance RITTER
Agos Gazetesi
Moks… Bu kelime artık Van’ın olduğu gibi tüm ülkenin hafızasından neredeyse silinmiş görünüyor. Van gölünün güneyinden en az 100 kilometre uzaklıkta olan bu dağlık bölge, 1915 öncesi, Ermenilerin Van’daki en önemli yerleşim merkezlerinden biriydi.
Dünyanın bir ucunda, bir zamanlar Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı köyün en yaşlı sakini olan Haygu’yla burada buluştuk. Kimliğine göre 106 yaşında olması gerekiyor, ancak ailesi onun 110 yaşında olduğunu, hatta 110’u bile geçtiğini düşünüyor. 1915’te zorunlu olarak dinini değiştirip İslamiyet’e dönen Haygu, o günden beri yaşamını bir Kürt gibi sürdürüyor. Fakat yıpranmış hafızası, eski hatıraların, yıkılan köyünün ve yok olan geçmişinin canlanmasına engel değil.
İpek Yolunda
Ahtamar’a gitmek için bindiğimiz tekneyle Van Gölü’nün güney kıyıları boyunca seyrederek, ninesi Ermeni olan Kürt rehberimiz Faruk’un bizi beklediği Gevaş’a (Ermenice adı Vostan) vardık. Faruk ve insan haklarıyla ilgili çalışmalar yürüten gazeteci Umut’la birlikte, Türkçe adı Bahçesaray olan Moks’a gitmek ve yüksek tepelere kurulan köylerden birinde yaşayan dönme bir Ermeni aileyi ziyaret etmek için yola koyulduk.
İnsan hakları mücadelesini sürdürmek için ‘İpek yolu’ adında bir site kurduğunu söyleyen Umut, beş gazeteci arkadaşıyla birlikte, yazılı bir yayın çıkarmayı da düşünüyor. Tarihi ipek yolunun önemli bir bölümünün yer aldığı bölgeden geçerken, “Ermenilerin başına gelenlerden dolayı kendimizi suçlu hissediyoruz; evet, en azından ben…” diyor Umut.
Yemyeşil Bir Cennet
Ağaçsız dağları, yeşilliksiz tepeleri, çukurlarla dolu taşlı yamaçlarıyla Moks, çorak bir manzaraya sahip. Etrafta ne bir ağaç, ne de bir köy… Sadece kurumuş otlar ve Siirt’ten gelip kamp kuran göçebe Kürtlerin çadırlarıydı göze çarpan. Bu taşlı ve çorak araziden sonra vardığımız merkez Bahçesaray ise yemyeşil bir cennet gibi göründü gözümüze. Ancak Faruk buradan çabuk ayrılmamızı istedi, çünkü son belediye seçimlerinde, 3000 kişilik bu beldeye BDP’den aday olmuş ama AK Parti’li rakibine 132 oy farkla yenilmişti. Kürtler arasında gitgide güçlenen İslam’ı başarısızlığının nedeni olarak gören Faruk, seçim kampanyasını sürdürürcesine, yol boyunca adım başı durup herkesi selamlıyordu. Çünkü Gevaş’ta yaşasa da Bahçesaraylıydı. Burada yaşayan tüm Kürtler gibi, bir zamanlar komşularının çoğunlukla Ermeni olduğunu hiç unutmamıştı Faruk. Ona göre, Osmanlı, Kürtleri Ermenilere karşı kışkırtmayı imamların verdiği fetvalarla başarmıştı.
Kısmen asfaltlanmış olan yol, bir noktada buldozerlerin mezar taşlarını sökerek dümdüz ettiği bir piste dönüştü. “Bu yol çalışması, devletin yeni bir stratejisi; amaçları, iletişimi sağlayacak yeni yollar inşa ederek, köyleri daha iyi kontrol edebilmek ve PKK’nin buralara yerleşmesini önlemek” diye açıkladı Umut bu çalışmaları.
Köyün En Yaşlısı
Aşağı yukarı yirmi kilometre sonra, ekili tarlaların ve düzgün taşlarla inşa edilmiş balkonlu evlerin yer aldığı köy görünür olmuştu. Arabayı orada bırakıp, bizi karşılamaya gelen aileden genç bir delikanlının ardına düştük. Köyün yukarı kısmında bir ceviz ağacının gölgelediği son eve doğru yol aldık. Bu, “özel mülkün” bahçesine girdiğimizdeyse, ağaçların gölgesinde oturan 110 yaşındaki Haygu’yu gördük. Van’ın bu küçük köyünde yaşamaya devam eden son Ermeni kökenli ailenin en yaşlı ferdiydi Haygu. Bu arada Büyük Felaket için “ferman” çıktığında, bu köyde sadece biri Kürt olan yaklaşık 700 Ermeni aile yaşadığını öğrendik.
Haygu’nun altmış yaşlarındaki oğlu Salim “Bizimkiler, gerçek imanın İslam olduğunu görüp din değiştirmişler” açıklamasını yaptı. Bu arada Haygu ayağa kalkıp, bizzat kendisinin ilgilendiği, bizim de hayran kaldığımız sebze bahçesini gösterdi. Yürümesine yardım ederken ceviz ağacının altında toplanan çocuklar dalları sallayarak, bize ikram etmek için ceviz topluyorlardı. Bu arada, anlayamadığımız Kürtçe bir sohbet başlamıştı.
Ölüm Döşeğinde İslamiyet’e
Elbette Haygu her şeyi hatırlıyordu. Annesinin adı Kohar’mış. Haygu, ölüm döşeğindeki amcalarına İslamiyet’in zorla kabul ettirildiğini de anımsadı. Amcası Manuk ölüm döşeğinde can çekişirken, ondan sadece parmağını kaldırarak, İslamiyet’i kabul ettiğine dair bir işaret vermesini istemişler. Kardeşi Bedo işaret parmağını kaldırmasına yardım etmeye çalışırken, neredeyse parmağını kıracakmış. Haygu’yu da aldatıp bir kilise inşaatında çalışmasını istemişler, ancak inşa edilen kilise değil bir camiymiş.
Faruk, 1915’te, Rusların Van’a doğru ilerlediklerini, hatta bu köye hâkim olan bir tepeye kadar ulaştıklarını söyledi. Burada, İttihat ve Terakki üyeleri Ermenilerle Kürtleri birbirlerine kırdırtmış ve Ermenilere, silahlanıp Ruslara karşı koymaları için baskı yapmış. Haygu yaşadıklarını şöyle anlatmaya başladı: “Ermeni gençlerle dalga geçmek için, ellerini arkadan bağlayarak, gidip ağaçlardan ceviz toplamalarını emrediyorlardı. Bu şartlar altında yaşayamazdık, annem ve babamla Suriye’ye kaçtık. Köydeki birçok aile de kaçmaya çalıştı ama kaçanların yarısı yolda öldü. Araplar bizi tarlalarında çalıştırmak için kiralıyordu. Cizre’de bir ara açlıktan ölmek üzere olduğumuzu hatırlıyorum. Bir Ermeni papazın karısına, bahçelerinden biraz üzüm alıp alamayacağımızı sormuştum. Kadın, yeterince üzüm olmadığını söyleyerek izin vermemişti! Yine de biz çocuklar, salkımlardan koparabildiğimiz kadarını alıp gizlice çantalarımıza atmıştık.”
“Siz Hükümetten Misiniz?”
Sürgün tam dört sene sürmüş, ortalık yatışınca da aile yeniden köye dönmüş. “Yaşayan tek bir ruh” bile kalmamıştı, diyor Haygu ve kendi evleriyle Manuk amcasının evinin bakımsızlıktan uzayan otların arasında kaybolduğunu anımsıyor. Döndükten bir süre sonra Haygu bir Kürt kızıyla evlenmiş ve üç çocukları olmuş. Yanımızda oturup babasının anlattıklarını dinlerken bir taraftan da sigara saran Salim, Haygu’nun bu evlilikten olan oğlu. Bu arada Haygu başlangıçta bizden şüphelenmiş, hatta endişelenmişti. Bize defalarca hükümetten olup olmadığımızı sordu. Haygu kırklı yaşlara geldiğinde Türk ordusunda dört sene askerlik yaptığı sırada isminin de değiştirildiğini belirtiyor.
Oğlu Salim, babasının amcaları Manuk ve Bedros’un soyundan gelenlerle birlikte bugün takriben 500 kişi kadar olduklarını tahmin ediyor. Bazıları, köydeki kaynakların yetersizliğinden dolayı Van ve Gevaş’a, bir kısmı ise İstanbul’a göç etmiş. Salim, Almanya ve başka ülkelerde de, katliamlardan kaçıp hayatta kalmayı başaran akrabalarının olduğunu düşünüyor.
Daha önce de gazetecilerin gelip Haygu’ya soru sormak istediklerini söyleyen Salim, babasının ise, hafızasının eskisi kadar iyi olmadığını belirterek pek bir şey anlatmadığını söylüyor. Ahtamar’daki Pazar ayininden haberdar olup olmadığını sorduklarında ise yaşlı adamın cevabı “Artık ayin yapmak yasak değil mi?” olmuş.
“Yıllardan beri, evin büyük salonunda hep beraber yerde yemek yerken ne radyo dinler ne de televizyon seyrederdi babam. O sadece sebze bahçesiyle ilgilenir, etrafındaki küçük torunlarına, dağlardaki ücra köylerde olduğu gibi, kendi evinin dümdüz damı üzerinde zıplamalarına izin verir” diyor Salim.
Aile Büyüğünün Mezarı
Haygu ve ailesi geri dönmüşlerdi ama köyün geri kalanı yok olmuştu. Umut bize evlerin arasında bulunan mezarlığı gösterdi. Mezar taşlarının çoğu yerlerinden sökülmüştü. Mezarlarında, Ermeni olduklarını belli edecek tek bir haç bile yoktu. Din değiştirmesi istenen büyük amca Manuk’un mezarı da oradaydı. “Birkaç ay önce, köyün belediye başkanı bu mezarlığın yıkımına devam etmesin diye hepimiz harekete geçtik” diyen Salim, belediye başkanıyla bu yüzden mahkemelik olduklarını söyledi. Onların atalarıydı burada yatanlar. Mezarlığın yanı başında ise köyün kilisesinden geriye kalan geniş bir tonoz vardı. Biraz ilerde caminin çeşmesinden su şişelerimizi doldururken, üzerinde Ermenice harfler bulunan çok güzel bir haçkar gördük. Tozlarla kaplanmış yazıları okurken, rehberlerimiz de bizi ilgiyle dinliyordu.
Haygu ve ailesine veda edip dağlardan aşağıya inerken, Umut durumu şöyle özetledi: “Burada, hayat boyu Türk devletine boyun eğmek zorunda kalan bir insanı tanıdınız.” Yaşı daha büyük olan Faruk, katliamlar hakkında birçok hikâye biliyor ve anlatırken “soykırım” kelimesini kullanmaktan hiç çekinmiyordu.
Üç Ermeni Öldüren Cennete…
İki saatlik yolun sonunda gölün kıyısına vardığımızda, bu kez Faruk anlatmaya başladı: “Büyükbabam, bu köyde omzundan yaralanan bir kadının, mağaralardan birinde saklandığını anlatmıştı. Yaralandığı için kan kaybederken, bir taraftan da bebeğini emziren kadını mağarada bulan bir Kürt onunla evlenmiş. Onların soyundan gelenler hâlâ buralarda yaşıyor.” Faruk, eliyle uzaktaki bir köyü işaret ederek, soykırım sırasında cereyan eden bir diğer olayı da şöyle anlattı: “Bu köyün imamları, Müslümanlara verdikleri vaazlarda, üç Ermeni öldürdükleri takdirde cennete gideceklerini vaat ediyorlarmış. Cemaatin içinden bir doktor, görevinin insanları öldürmek değil kurtarmak olduğunu söyleyerek bunu reddedince, o güne kadar iki Ermeni öldürmüş olan bir Kürt, üçüncü bir Ermeni niyetine gidip amacı sadece köyün insanlarını korumak olan doktoru öldürmüş.”
Erkek Kardeşin Boynundaki Doğum Lekesi
Devletin tüm inkârına rağmen bu yörede yaşayan Kürtlerin hepsi “soykırımı” kabul ediyor. Onların büyükbabalarının, büyükanneleriyle zorla evlendiğini ve büyükannelerin birçoğunun bu yüzden intihar ettiğini anlatmışlar. Faruk, eşinin büyükannesinin de Ermeni olduğunu söylüyor: “O da zorla bir Kürtle evlenmiş. Kadıncağız evlerine ziyarete gelen adamların boyunlarına dikkatli dikkatli bakarmış. Kıskanç olan kocası, en sonunda bunu neden yaptığını sorunca kadın, katliamlar sırasında kaybolan erkek kardeşinin boynunda gözle görülür büyüklükte bir doğum lekesi olduğunu, adamların boyunlarına bakmaktaki amacının sadece kardeşini bulmak olduğunu söylemiş.”
Moks’un devasa dağlarında ve hiç değişmeyen taşlarında Ermenilerin maruz kaldığı Büyük Felaket’in izleri yavaş yavaş silinmekte olsa da, hayatlarını kurtarmak için din değiştiren Ermeniler ve Kürt aileler, bu hikâyeleri nesilden nesile aktarıyor. Faruk, Kürtlerin bu olaylara karıştığını asla inkâr etmiyor ve bunu kısaca, dinin etkisi olarak açıklıyor.
Amcanın İncil’i
Faruk, Moks’taki Ermenilerin sürgüne gitmediğini, toplu halde dinlerinin değiştirildiğini söylüyor. Haygu, 1915’e kadar anne ve babasıyla Ermenice konuştuğunu hatırlıyor ancak, evlerinin dışında sadece Kürtçe konuşuyorlarmış. Amcası Manuk’un İncil’ini uzun süre saklasa da, bir gün İncil’i yok olmuş, “Belki de çalınmıştır” diyor Haygu. Yaşlı adam, küçük torunlarının resimlerini çekmek için bizden bir fotoğraf makinesi istedi. Dedelerinin fotoğrafı ise sadece belleğinde saklıydı. Sırası geldiğinde Van’ın son Ermenisi de bu dünyadan göçüp gidecek. O da köydeki Müslüman mezarlığında yatacak tıpkı diğerleri gibi…
Nouvelles d’Arménie’nin Ekim 2010 sayısından Türkçe’ye derleyerek çeviren Vilma Kara