Zeycan Teyze’nin Acısı…

[ A+ ] /[ A- ]

Eren KESKİN
Özgür Gündem

Türkiye Cumhuriyeti tarihi, bedeli ödenmemiş ağır suçlarla dolu.

Bu suçların, üstünün örtülmesini sağlayan, maalesef ki, Türk halkı tarafından içselleştirilmiş resmi ideoloji. Türkiye Cumhuriyeti devletinin işlediği suçlara tanık olmak isteyenlerin, bir Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’na gelmeleri aslında yeterli olabilir.

Çünkü orada, 1995 yılından bu yana her Cumartesi, ‘sevdikleri evden çıkıp bir daha geri dönmeyen’ insanların, acılı haykırışları duyuluyor.

Geçtiğimiz Cumartesi de aynı şey yaşandı. Bu kez, 12 Eylül askeri darbesinin ardından gözaltına alınıp bir daha geri dönmeyen Nurettin Yedigöl’ün annesi Zeycan Yedigöl’ün acı dolu, bir insanın içini yakan anlatımlarına şahit olduk. Çektiği acıları, yüzünde ve bedeninde iz olarak taşıyan Zeycan Teyze, şöyle diyordu; “… Oğlumun kemiklerini versinler, mezarda kucağıma koysunlar…”

Bu sözler, içinde biraz vicdan barındıran herkesi yaralar. Zeycan Teyze konuşurken, aklıma bir yıl önce Van’da tespit ettiğimiz bir toplu mezarda gerilla kemiklerine rastladığımızda, Barış Anneleri’ne mensup bir grup yaşlı teyzenin, o kemiklere sarılıp ağlamaları geldi…

Şimdi biraz Zeycan Teyze’yi acılara boğan olaya dönelim; Nurettin Yedigöl 10 Nisan 1981 günü, polis karakolu kurulan bir evde gözaltına alınarak İstanbul Siyasi Şube Müdürlüğü’ne götürülmüştür. Onunla birlikte gözaltına alınan başka arkadaşları da vardır.

Arkadaşları, Nurettin Yedigöl’ün sorguda yaşadığı işkenceye tanık olurlar. O dönem, aynı operasyonda gözaltına alınan Ümit Efe beyanında şunları söylemektedir; “… Nurettin ayağa kalkamayacak durumda idi, kaburgaları kırılmıştı ve başından elektrik veriliyordu…”

Yine tanıklardan Aslan Şener Yıldırım da açıklamalarında; “Sorguda en yoğun işkencenin Nurettin Yedigöl’e yapıldığını, işkencede sürekli bayıldığını” söylüyordu. Ve devam ediyordu; “… Ben bir işkence seansından dönüyordum. Elbiselerim sorgu odasında kalmıştı. Bana Nurettin’in elbiselerini verdiler. Ben itiraz ettim. ‘Bunlar Nurettin’in elbiseleri’ dedim. Bu sözüm üzerine polis, ‘Artık onun elbiseye ihtiyacı yok, size miras bıraktı’…”

Aynı dönem gözaltında olan birçok tanık, daha benzer ifadeleri vererek Nurettin Yedigöl’ün işkenceyle kaybedildiğini anlattılar.

Peki, yargı ne yaptı?

Nurettin Yedigöl’ün babası, o yaşlı haliyle ve o korku ortamında cesaretle, oğlunu her yerde aradı. Her makama dilekçeler verdi. Ancak hiçbir sonuç alamadı. Yıllar sonra yapılan suç duyurularında, başta Kenan Evren olmak üzere, tüm darbeci generaller ve o dönem İstanbul Siyasi Şube Müdürü olan Tayyar Sever hakkında ceza istendi. Ancak savcılık, zaman aşımını gerekçe göstererek takipsizlik kararları verdi. Bu kararlara karşı yapılan itirazlar da reddedildi. Böylece iç hukuk yolları tükendi.

Geçtiğimiz Cumartesi bizler, Nurettin Yedigöl için otururken, yoldan geçen iki genç kız gülerek “Aaa burada ne olmuş, birisi mi ölmüş?” diyerek, umarsızca geçtiler. O anda, ‘işimizin ne kadar zor olduğunu’ bir kez daha hatırladım. Devletin o denli militer ve totaliter yapısı var ki, halkı da kendisine benzetmiş. Bugün yaşadığımız tüm acılarda, bu umarsız halkın, ‘işkenceci ve tetikçiden hiç farkı olmayan’ kararlar veren, savcı ve hakimlerin payları yok mu?

Elbette var!

Sistem sorgulaması yapmıyorlarsa bile, hiç olmazsa kendilerini acılı bir annenin yerine koymayı deneseler. Ve keşke, annelere babalara çocuklarının kemiklerini çok gören bu sistemi sorgulamaya başlasalar.