Mor Gabriel: Kimin malı kime…

[ A+ ] /[ A- ]

905202

Dikran M. ZENGİNKUZUCU
Evrensel

Başbakanın 30 Eylül’de açıkladığı “demokratikleşme paketi”nde gayrimüslim azınlıklarla ilgili en somut madde Süryaniler için büyük önem taşıyan “Mor Gabriel Manastırı”nın arazileri ile ilgili olandı. Sevinelim mi?

Süryaniler kökenleri 5000 yıla dayanan Mezopotamya halklarının mirasçısı semitik bir topluluktur ve bölgenin diğer meskûn topluluklarıyla birlikte ilk Hıristiyanlaşan halklardan olmuşlardır. Asur sonrası Süryanilerin tarihi istilalar, sürgünler ve bölünmelerle geçer, ancak 20. yüzyıla kadar tarihi topraklarında yaşamaya devam ederler. 20. yüzyıl başında Anadolu’da bazı yazarlara göre 600 bin Süryani bulunurken bu dönemde yaşanan kıyımlardan ve etnik temizlikten paylarına düşeni almışlar, önce Ortadoğu’ya oradan da Batı ülkelerine göçmüşlerdir. Cumhuriyet döneminde de baskılar ve zorunlu göçler devam etmiştir. 1990 sonrasında ise kirli savaş, korucu saldırıları, faili meçhuller ve kaçırmalar nedeniyle bölgeden kaçış sürmüştür. Bugün Türkiye’de yaklaşık 24 bin Süryani yurttaşın bulunduğu tahmin edilirken Midyat ve çevresinde ise 300 kadar Süryani olduğu söylenmektedir.

Tur Abdin ve Mor Gabriel Manastırı

Tur Abdin Süryanicede “Tanrı’nın hizmetçilerinin dağı”, “münzeviler dağı” anlamına geliyor. Bölge, Dicle ile Fırat arasında Diyarbakır, Hasankeyf, Cizre, Nusaybin Mardin çevresini kapsamaktadır. Tur Abdin, Asurlulardan bu yana başat kültürel, ticari ve dini bölge olmuş ve Süryani Ortodoks Kilisesi’nin en önemli merkezi haline gelmiştir. Öyle ki bu bölgeye ziyaretler hac sayılmaktadır. Tur Abdin bölgesi 1160–1933 yılları arası Patriklik merkezi olmuş Deyrulzafaran (k. 493) ve Mor Gabriel (k. 397) Manastırlarının yanı sıra yüzlerce manastır, kilise ve dini yapıya ev sahipliği yapmaktadır.

Mor Gabriel Manastırı Tur Abdin’in göbeğinde Midyat ile Cizre arasında bulunmaktadır. Anlatıya göre manevi babası bir Pers baskınında öldürülmüş (muhtemelen Nusaybin’de) bir münzevi olan Şmüel kuzeye doğru kaçar ve Qartmin’e (bugün Güngören köyü) varır, orada kendisine katılan genç şakirti Şemun ile birlikte bir harabede yaşamaya başlarlar. Bir gece Şemun bir rüya görür, rüyasında bir melek ona batıya gitmesini ve üç büyük taş ile işaretlediği yere bir dua evi kurmasını emreder. Genç Şemun rüyasını efendisine anlatır ve onu meleğin tarif ettiği yere götürür. Mor (Aziz) Şmüel ve Mor Şemun gerçekten de rüyada tarif edilen yerde taşları bulurlar ve böylece Mor Gabriel Manastırı doğmuş olur. Tarih boyunca önemli bir dini ve kültürel mekân olan Manastır halen Süryani dini, dili ve kültürünün sürdürüldüğü bir merkez ve yetimhane olarak çalışmaktadır.

Davalar silsilesi

Manastır’ın arazi sorunu 2005 yılında kadastro çalışmaları ile başlar. Önce komşu Eğlence ve Yayvantepe köyleri Manastır aleyhine “topraklarını duvar örerek yasadışı şekilde işgal etmek” iddiasıyla dava açarlar. Midyat Kadastro Mahkemesi davayı reddeder ancak Yargıtay davanın idare mahkemesinin yetki alanına girdiğine karar verir. Dava, 2010 yılında idare mahkemesine gelir ve halen sonuçlanmaz. Bu arada çevre köyler Manastır’ın 110 dönümlük arazisini işgal ederler. İlginç olan bu davanın gerekçesi yalnızca arazi meselesi değildir. Manastır hakkında devletin hatta derin devletin müdahil olduğu davalarda karşılaşılan cinsten Türk devletine karşı faaliyetlerde bulunma, misyonerlik faaliyetleri, milli birliği bozacak faaliyetler gibi bir dizi suçlama da vardır.

Bu arada Manastır’ın yaklaşık 326 dönümü ormanlık arazi olduğu gerekçesiyle Hazine adına kaydedilir. Manastır Vakfı Midyat mahkemesinde açtığı iki davayı kaybeder. Vakıf karara karşı temyize başvurdu ve Yargıtay’ın kararı onaması halinde AİHM’ne başvurma kararı alındı.

Tüm bu davalar sürerken Midyat başsavcısı komşu köylerin şikâyetleri üzerine “duvar örerek orman arazisini yasadışı işgal” suçlamasıyla Vakıf Başkanı Kuryakos Ergün’e karşı ceza davası açar. Bu dava, orman arazisi davasının sonuçlanmasını bekliyor ve karar onanırsa Vakıf başkanının cezalandırılması da söz konusu…

Son darbe olarak Hazine 2009’da kadastro çalışmaları sırasında Manastır adına tescil edilen son 244 dönüm için Midyat Kadastro Mahkemesine dava açıyor. Mahkeme, Manastır lehine karar veriyor ancak Yargıtay kararı bozuyor. Vakıf, Manastır arazisini 1936 Beyannamesinde göstermiş ve 1937’den beri vergileri ödenmiş. Buna karşın Yargıtay bu belgeleri görmezden gelmiş. Yerel mahkeme kararında dirense de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu arazinin Hazine’ye ait olduğuna hükmediyor. Vakıf AİHM’ne başvurmaya hazırlanırken Başbakan arazinin iade edileceği açıklıyor.

Aslında bu konunun “demokratikleşme” ile değil “hukuk” ile ilgili olduğu açıktır. Devlet, Hazine eliyle Lozan Antlaşması’nın “[gayrimüslim] azınlıklara ait… din kurumlarına tam bir koruma… her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak” şeklindeki 42. Maddesini çiğnemektedir. AİHM benzer bir durumda Fener Rum Erkek Lisesi davasında Vakfın 1936 Beyannamesinde yer almayan bağış yoluyla edindiği mülküne Hazine tarafından el konulmasını mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmişti. AB 2012 Gelişme Raporu’nda da “Türkiye’nin tüm gayrimüslim azınlıkların ve diğerlerinin mülkiyet hakkına tam saygı göstermesi” gerektiği vurgulanmıştır. Mahkemede bir de arazinin ormanlık olduğuna delil olarak 1950’lerde çekilmiş hava fotoğrafları gösterilmiş. Bu fotoğrafları gösterenler acaba Manastır’ın 397 yılından beri orada olduğunu hiç düşündü mü?

Demokratikleşme müjdesi üzerine Vakıflar Genel Müdürü Adnan “yargı kararına intikal etmiş 12 parselin iadesine” karar verdiklerini açıkladı. Ancak Manastır’ın fiilen işgal edilen arazileri, devam eden orman arazisi ve ceza davaları için bir girişim olacak mı? Acaba Manastır Türk devletine ve milli birliğe karşı mı? Ama böylece en azından VGM’nin yargı kararlarını düzeltme yetkisi olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

Aslında burada söylenmesi gerekeni Sabro Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik söylemiş; “Mor Gabriel’i sanki kendi mallarıymış gibi iade etmeleri tavrı yanlış” ama tam da demokratikleşme ruhumuza uymuş.