Hrant’ın Arkadaşı Pakrat Estukyan : Hrant Dink, Yurdum İnsanıydı

[ A+ ] /[ A- ]

Birgün Gazetesi

“Herkes bir yönüyle tanıdı Hrant’ı. Kimisi delik ayakkabısından, kimisi Ermeni olmasından, kimisi solculuğundan, kimisi sorunları dillendirme tarzından etkilendi. Bence Hant’ı, Hrant yapan bütün bunların toplamıdır. Bütün bunlar Hrant’ın şahsında, böyle bir somutlaşmıştı ki, duruşuyla, davranışıyla, sesinin tonuyla ve öfkesiyle Hrant, yurdum insanıydı.”

Bugün Beşiktaş adliyesinde, Türkiye toplumunu sarsan Hrant Dink cinayetinin 10. duruşması yapılıyor. Hrant’ımızın katledilmesinin üzerinden iki buçuk yıl geçti. Ancak, duruşmalar sırasında cinayetin arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılmaması için büyük çaba gösteriliyor. Gerçeklerin açığa çıkmaması için üzerini, başını yırtanlar var. Bu nedenle cinayetin aydınlanması her geçen gün zorlaşıyor. Yani Hrant Dink cinayetinin katillerinin davası sanki daha yeni başlamış gibi davranılıyor. Bu nedenle bugün, iki buçuk yıl önce 19 Ocak 2007 Cuma günü Agos gazetesinin önünde ne olmuştu sorusu daha fazla anlamlıdır. O günü, yaşananları, Hrant’ın arkadaşlarından ve Agos gazetesi Ermenice editörü Pakrat Estukyan ile konuştuk. Unutmamak, hatırlamak sadece geçmişe bağlılık değildir. Daha çok güzel bir gelecek kurma çabasıdır. Bu nedenle sadece anımsamak için Pakrat ile konuştuk.


»Hrant ile arkadaşlığınız nasıl, ne zaman başladı?

Hrant ile benim ilk tanışmam, ilk görmem Kınalı adada Karagözyan Yetimhanesi’nin yazlık yeri olan çocuk kampında çalıştığı dönemde oldu. Rakel’de orada çalışıyordu. Ama o zaman sanırım evli değillerdi.

»Ne zaman oluyor?

1970’li yıllar, yanılmıyorsam 1975 veya 1976 yılıydı.

»Daha sonraki süreçte görüştünüz mü?

Hrant’ın ölümüne kadar bir veya iki kez, iki, üç yıl gibi uzun sayılacak süre görüşmedik. Zaten baştan çok samimi iki arkadaş değildik.

»Yakın arkadaş ne zaman oldunuz?

Hrant’ın yazarlığa başladığı dönemde oldu. Hrant ilk yazılarını Ermenice haftalık Marmara gazetesinde yazdı. Agos gazetesini çıkarmadan önce Marmara gazetesinde kitap eleştirileri yapardı. Daha çok Ermeni konusunu ele alan kitaplarla ilgili tanıtım yazıları yazıyordu. Ermeni’lerle ilgili tarihiyle ve inceleme kitaplarını tanıtırdı. Hrant, Marmara gazetesinde Çutak imzasıyla yazardı.

»Ne demek Çutak?

Keman demektir. Bu aynı zamanda eşi Rakel’in kullandığı bir tabirdi. Başka kimse Hrant’a, çutak demezdi. Nereden geldiğini de bilmiyorum. Biz, Agos’un çıkarılması çalışmaları başladığında yakın arkadaş olduk. Hrant, o dönemde aynı kaygıları taşıyanlarla, Aras yayınlarını kuranlarla, Saraknova çevresiyle yanı Ermeni cemaatinin politize olmuş kesimleriyle, hep temas halindeydi.

»Hrant nasıl çocukluk geçirmiş?

Hrant, zorlu bir çocukluk ve gençlik geçirmiş. Çocukluğunda aile düzeninin parçalanması, kardeşleriyle yetimhanede büyümesi ve erken yaşta çevresindekileri korumak zorunda kalması, Hrant’ın kişiliğini biçimlendiren önemli faktörler olmuş. Hrant, hep birilerine ağabeylik yapmak zorunda kalmış. Salt kendi kardeşlerine değil, yetimhanede kalan kendinde küçük bütün çocuklara ağabeylik yapmış. Bu bağlamda çocukluğunu yaşamamış bir çocuk. Gençlik dönemi de benzer bir biçimde geçmiş. Hrant’ın, gençlik dönemi aynı zamanda Türkiye’nin politize olduğu bir dönem. Bu dönemde bizim kuşaktan birçok insan farklı şekillerde çok ağır bedeller ödedi.

»Hangi yıllar bu dönem?

12 Eylül darbesi öncesini kastediyorum. Hrant, 1954 doğumlu, ben 1953 doğumluyum. Bizim yaş gurubumuz, dağlarda, sokaklarda çok can verdi. Bugün bunlar, yaygın bir biçimde popüler kültür içersinde konuşuluyor, televizyon dizileri oluyor. Ama bireysel olarak da toplum olarak da çok ağır bedeller ödendi. Hrant, Türkiye’nin bu ortamını çok yoğun yaşadı. Hrant, o dönemde buna itiraz ediyor, değişmesini istiyordu. Başka bir Türkiye istiyordu.

»Hrant, nasıl bir Türkiye istiyordu?

Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya ve Türkiye istiyordu. İnsanların sorunlarını konuşarak ve diyalogla çözebileceğine yürekten inanıyordu. İnsanların birbiriyle empati yapabileceği, anlayabileceği bir dünya istiyordu. Hrant’ın kimliği birkaç parçalıydı. Bir yandan siyasi kimliği vardı.

»Hrant’ın siyasi kimliği öne çıkarılmadı, saklandı. Hrant’ın siyasi kimliği neydi?

Bizim çevreye o dönem sol siyasal kimlik egemendi. 1980 öncesinin kaçınılmaz zaafı olan solun parçalı hayatını yaşamış bir insandı.

»Hrant, yaşamıyla neyin bedelini ödedi?

Ermeni olmanın bedelini dedi. Türkiye’de solcu olmak anlaşılabilir, kabul edilebilir bir şey artık.1960’lardan sonra sosyalist partiler kuruldu, sosyalist yayınlar çıkarıldı. Dolayısıyla insanların sosyalist olması kabul edilebilir oldu. Hatta 1980’lerden sonra komünist olmak bile suç sayılmamaya başlandı. Ama bu memlekette, Ermeni olmak her zaman büyük bir suç ve öteki olmaktır.

»Bu ne zamana böyle olmaya başladı?

Cumhuriyete giden yol üzerinde böyle yaşanmaya başlandı, büyük travma cumhuriyetin arifesinde başladı. Bu dönem milliyetçiliğin de içselleştirildiği dönem oluyor.

»19 Ocak öncesi ne oldu da, Hrant hedef oldu?

Hrant, sesi en yüksek çıkan Ermeniydi. Hrant’ta gelinceye kadar Ermenilerin yaşadığı travmayı, tarihi ve kırılmayı Hrant kadar etkili ve yüksek sesle kimse dillendiremedi.

»Hrant ezberleri bozduğu için mi hedef yapıldı?

Evet, tam da bu nedenle Hrant hedef olarak seçildi. Tabuları yıkmaya başladığı için hedef alındı.Biz Hrant’ın ölümünün şokunu daha atmadan arkadaşımız Hayko Bağdat: “şimdi, öldürmek için Hrant gibi ikinci bir Ermeni bulsunlar da görelim” demişti. 80 yılda gerçekten Hrant gibi, ikinci bir Ermeni çıkmadı.

»Bu söz çok ağır bir laf değil mi?

Hayko, hepimizin duygu ve düşüncelerini yansıttı o sözleriyle. Evet, ağır bir o kadar da sitem ve kahır dolu bir söz.

»Hrant’ın öldürülmesine çok geniş kesimlerin vicdanının sızlamasının belki de nedeni bu duyguydu. Hrant’ı, Hrant yapan ve bütün ülkeyi ağlatan neydi?

Herkes bir yönüyle tanıdı Hrant’ı. Kimisi delik ayakkabısından, kimisi Ermeni olmasından, kimisi solculuğunda, kimisi sorunları dillendirme tarzından etkilendi. Bence Hrant’ı, Hrant yapan bütün bunların toplamıdır. Bütün bunlar Hrant’ın şahsında, böyle bir somutlaşmıştı ki, duruşuyla, davranışıyla, sesinin tonuyla ve öfkesiyle Hrant, yurdum insanıydı. Hiç kimse Hrant’ı inkâr edemezdi, ötekileştiremezdi. Konuştuğu zaman Hrant’a yabancı muamele yapma şansınız kalmazdı. Hrant, doğum yerim Malatya diye söze başladı mı, zaten ezberleri bozardı. Türkiye’de bir sürü insan, Ermenilerin bir çeşit gâvur olduğu, Avrupalı olduğunu, buraya da bir biçimde geldiklerini düşünüyor. Türkiye’nin resmi tarihinde, insanlara, Anadolu’nun bir Müslüman yurdu olduğunu anlatır. Ermenilerinde yabancı oldukları yerleştiriliyor bilinçaltlarına. Hrant bunları alt üst etti. Türkiye’nin sorunları için mücadele eden aydın, solcu kimliği ezberleri bozuyordu. Mesela polis, bizleri solcularla birlikte gördüğünde bize soruyor. “Sizin bunların içinde ne işiniz var” diye, bizim de bu memleketin sorunları için mücadele edebileceğimizi düşünemiyorlar. Bu çelişkiyi Ermeniler de yaşıyordu.

»Ermeniler nasıl yaşıyor bu çelişkiyi?

Ermenilerden de senin ne işin var, solcularla, niye böyle her şeyi kurcalıyorsun, hem kendi başını belaya sokuyorsun, hem de bizi zor duruma sokuyorsun diye şikâyet edenler olurdu.Mesela Orhan Bakır öldü, bu dava sizin davanız mı diye soranlar oldu.

»19 Ocak’ta Hrant öldürüldüğünde Türkiye toplumu derinden sarsıldı. Hrant’ın arkadaşları ya da Ermeni cemaati başka bir travma yaşadılar mı?

Bütün Ermeni cemaati ciddi bir travma yaşadı. Aslında Ermeni cemaati tabiri bana çok doğru gelmiyor. Çünkü blok bir algıyı çağrıştırıyor. Ama Ermenilerin yaşadıklarını iyi ve doğru anlatmak için yanlış da olsa bu tanımı kullanabiliriz. Aslında Ermenilerin iki yüzü var.

»Ne demek iki yüz?

Bir yüzleri Ermeni aidiyetleri ya da soy aidiyetleridir. Diğeri ise bu ülkede hayatlarını sürdürürken karşı karşıya kaldıkları, yaşamın dayattığı şeyler var. Bu ikisi birbiriyle çelişiyor. Soykırımda anaları, babaları, dedeleri, nineleri çok ağır tahribata uğramış neslin torunları hem bu tarihi, yaşanan acıyı biliyor hem de yaşamın içinde bunu telaffuz etmekten imtina ediyorlar.

»Acılarına tuz mu basıyorlar?

Bazıları acılarına tuz basıyor, bazıları da çıkarlarını riske atmamak için acılarını anmak istemiyorlar. Ama aramızdan Hrant gibi birileri çıkıp, televizyonda bu acıları dillendirdiğinde hepsinin yürekleri yerinden zıplıyor. Hrant, bir yönüyle Ermeni toplumun belası, tedirginliğin, huzursuzluğunun sembolü, diğer taraftan Ermenilerin vicdanın sesidir. Yani Ermeniler de iki boyutlu yaşandı. Bazıları “çok konuştu” diyenler oldu. Yani hak etti demeye getirdiler. Ama böyle düşünen insanlar zaten hep sistemle birlikte davranan insanlardır. Örneğin bunlardan biri 12 Mart döneminde işkence gören insanlar için “işkence görmemiştir, herhangi bir ize rastlanmamıştır” raporu yazmıştı. Bu tip insanlar da toplum nezdinde saygın yerde bulunan insanlar.

»Hrant arkadaşları ya da dostları görkemli cenaze töreninden ve bütün toplumun Hrant’ı sahiplenmesinden sonra üzerlerinde ayrıca baskı hissettiler mi?

Baskı hissedenler, görenler olmuştur. Ama sesini daha gür çıkarmaya başlayanlar, Hrant’ı sahiplenmeden ve cenaze töreninde güç alanlar ve Hrant’ı yitirmenin tepkisiyle bilenenler de oldu. Mesela Nor Zartonk isminde bir gençlik hareketi kuruldu.

»Bu gençlik hareketinin amacı nedir?

Ermeni gençlerinden oluşan, sol düşünceleri taşıyan bir gençlik hareketidir. Bunların çoğu yirmili yaş grubunda öğrenci gençler. Nerede bir muhalefet hareketi var orda oluyorlar. Perşembe günü Kadıköy’de 2 Temmuz mitinginde yürüdüler. Ayrıca bir radyo kurdular. Bu inisiyatif Hrant’ın ölümünden sonra kuruldu.

»Bu inisiyatif, Hrant’ın ideallerinin peşinden koşan bir gençlik inisiyatifi mi?

Kesinlikle böyledir. Daha ilginç gelişme diasporada yaşandı.

»Diasporada ne yaşandı?

İlk kez yurtdışında yaşayan Ermenilerle-Türkler birlikte, ortak etkinlik yaptı. Mesela Fransa’da, tarihlerinde ilk kez Hrant’ın ölümü nedeniyle ortak etkinlik yaptılar. Aslında şunu bile söylemek mümkün: Hrant’ın ölümü, yaşarken yaptıklarından daha derinlikli ve anlamlı işlere vesile oldu. Hrant, ölümünden sonra daha fazla anlaşılabildi.
Bu dava yargının kendisiyle sınavı

»Pazartesi günü Hrant’ın Dink davasının 10. duruşması yapılacak. Davanın gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Bu dava süreci aynı zamanda Türkiye’nin tıkanmışlığının laboratuvarı oldu. Bu davayı izleyerek Türkiye’de yaşanan sıkıntıları, sorunları gözlemleyebiliriz. Birincisi, Türkiye’de vesayetle yürüyen sistemin çıkmaz içinde olduğunu görebiliriz. Bundan kastettiğim şudur. Hükümetler istediği kadar değişsin, devlettin, işleyen bir mekanizması var. Bu mekanizma kendi süreçleri içersinde yürüyor, bunlar kendi prosedürleri içersinde değişiyor. Bunlar düzenin, sistemin bir anlamda Cumhuriyetin koruyucularıdırlar. Bunların başında da askerler ve bürokrasi geliyor. Bürokrasi dediğimizde de akla ilk gelen yargıdır. Yargı mekanizması tarafsızlığını yitirmiş durumda. Simgesi terazi olmasına ve ilkesel olarak tarafsız olması gerekmesine rağmen tarafsız olamıyor. Hrant’ın davasında, adaleti gerçekleştirecek organın tıkanıklığını görüyoruz, Polise taş atan çocuğa yirmi sene ceza veren, baklava çalan çocuklara gasp suçu işlediniz diye çok ağır ceza veren yargı sistemi, planlı ve programlı insan öldüren çetelere, altı yıl gibi komik cezalar veriyor. Bankaların kasasını boşaltanları “serbest bırakalım da hiç olmazsa borçlarını ödesinler” mantığıyla davranan yargı sistemi, adalet dağıtabilir mi? Artık mahkemeler biz den, biz den değil diye, tasnif ediliyor. Bunları gazetelerde okuyoruz. Bizim avukat arkadaşlarımız, bile, “Agos’un yerini değiştirelim, şişli mahkemeleri bize önyargılı davranıyor” diye düşünmeye başladı. Bu durumda yargıdan ne beklenir?

»Söylediklerinizden anlaşılan davanın gidişatına göre, Hrant’ın gerçek katilleri bulunamayacak.

Hrant’ın gerçek katilleri biliniyor. Toplum cinayetin arkasında kimlerin olduğunu çok iyi biliyor ve tanıyoruz. Bunların cezalandırılmayacağını da biliyoruz. Hrant cinayeti çok net bir cinayet. Hrant, Agos gazetesindeki son iki yazısında kendisini ölüme götüren süreci anlatırken katillerini işaret etmişti. Hrant, cinayetin şifrelerini o yazılarında çözmüştü. Cinayetin figürlerinin çok fazla önemi yok. Organizasyonu kimlerin yaptığı önemlidir. Bunu da Hrant yazısında söylüyor. Hrant bir yazısında “şişli adliyesindeki bir davama Veli Küçük girdiği zaman korktum” diyor. Bu ipucudur. Hrant, İstanbul Valiliğinde, vali yardımcısının yanında bir MİT görevlisi tarafından “uyarılması”nı daha açıkçası tehdit edilmesini bir dönüm noktası olarak tanımlıyordu. Bundan sonra olanları incelendiğimizde Hrant’ın gerçek katillerine ulaşıyoruz. Mahkeme, hiçbir biçimde bunları gündemine almıyor, soruşturmuyor. Avukatlar sürekli bu konulara vurgu yapıyor ve bunların soruşturulmasını talep ediyor ama mahkeme hiç birini kabul etmiyor. Kabul edilen bir iki başvuruları ise, görevi ihmal gibi çok basit bir suç olarak tanımlandı ve ana davadan ayrı soruşturuluyor. Hrant’ın katledilmesinin soruşturulması veya yargılanmasının, Ergenekon kapsamında yapılması gerekiyor. Hrant’ı yok eden sistemle, Ergenekon sistemi bire bir örtüşüyor.

»Bugüne kadar, Hrant’ın öldürülmesinde ihmali olduğu veya sanıklarla ilişkisi olduğu iddia edilen emniyet görevlilerinden hiçbirinin soruşturulması için izin verilmedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu, soruşturmanın ve davanın üzerindeki en büyük şaibedir. Türkiye’de bu türden davalarda “bir konuşursak dünya herkesin başına yıkılır ve bir tuğla çekilirse sistem yıkılır” gibi çok açık tehditler yaşanıyor. Bu tür işlere buluşanlar birbirini bağlıyor. Birinin ele verilmesi ya da ele geçmesi durumunda hepsi çorap söküğü gibi geleceğinden soruşturmalar buna göre yürütülüyor.

»Dava sonunda adaletin sağlanamaması nasıl sonuçlar doğurur?

Hrant’ın katillerinin kimler olduğunu dünya âlem biliyor. Bunun açığa çıkarılmaması, toplum nezdinde yargının daha fazla yıpranmasına ve daha az güvenilir olmasına yol açacak. Bu dava, yargının kendisiyle sınavı olacak.