Lak Lak Ahlak

[ A+ ] /[ A- ]

Karin KARAKAŞLI
Radikal Gazetesi

Siyaset dünyasında ahlak sözcüğünün metrekareye bol miktarda düştüğü günlerden geçiyoruz. Bazen öyle olur; bir şeyin adı çok anılır, kendisi çok anlatılır olursa bunun sebebi yokluğundandır. Tıpkı siyasette de ahlaktan eser olmaması gibi. Şimdi bu yokluğu bir video üzerinden yaşatmak ve onunla başlayıp sonlandığını düşündürmeye çalışmak yeni bir ahlaksızlığın ta kendisi.

Biz bunca zamandır her yolun mübah sayıldığı kirli bir güç mücadelesinden geçmiyor muyuz? Tüm haberleri ve köşe yazılarını da tıpkı resmi açıklamalar, iddianameler ve meclis konuşmaları gibi şifrelerinden okumuyor muyuz? Şimdi mi kabardı ahlak damarı?

Hadi adını yeniden koyalım. Bu, ahlak değil ahlakçılık. Herkesin birbirine onurdan, şereften, haya ve utançtan bahsettiği ve elbette hiçbirinin esamesinin okunmadığı bir düzen. Tüm bu sözcükler kapı önü ayakkabıları ya da dolaptaki eldivenler gibi içini dolduracak uzuvlardan yoksun bomboş ve kalıpsız bekliyor şimdi. Nice seçim yenilgisi sonrası yerinden kımıldamayan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın istifası “Videonun mesajını aldım” demek aslında. Ve veda niyetine yaptığı konuşma da her koşuldan siyaset üretebilmenin ibretlik örneği. Elbette bu bir komplo. Ama fişlenmeyi, dinlenmeyi, gözetlenmeyi yeni mi keşfettik? Tüm bir Cumhuriyet tarihi bu insanlık dışı uygulamaların giderek meşrulaşması ve artan teknolojik olanaklarla mükemmelleşmesinin hikâyesi değil mi bir yandan da?

Peki Deniz Baykal’ın bu süreci de AKP karşıtı bir siyasi manevraya yönlendirme gayreti de daha mı az kirli? İnkâr edilmeyen video görüntülerine ilişkin en ufak bir insani tepki yok. Olayın diğer mağduru milletvekili Nesrin Baytok da dahil olmak üzere sürekli bu süreci ailelerin gücüyle aşma vurgusu var. Bu aileler hiç mi isyan etmedi, temeller hiç mi sallanmadı? Siyaset ne zaman bu kadar uzaklaştı hayattan?

Baykal, özenle kodlanmış ve çalışılmış metniyle hükümeti suçlayacak soğukkanlılıkta ve Fethullah Gülen’i şüphe dışı bırakma gayreti gösterecek denli ayrıntıcı, kendisinden sonraki olası başkan adaylarını zan altında bıraktıracak denli öngörülüydü. Bir taşla kaç kuşun vurulduğu tüm bu söylem, elbette adı var kendi yok ahlak üzerinden kurgulanacaktı: “Önümüzdeki komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için düzenlememişler, siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset…

Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacaklara yardımcı olmak üzere, ABD’den, Pennsyhvania’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da belirtmek isterim. Benim istifa kararım, hem Türkiye siyasetini hem CHP’yi yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkan tanıyacak hem de CHP’ye bu komplo ile hesaplaşma fırsatı verecektir.”

Genel ahlak tahribatı

Bir meydan okuma havasına büründürülen istifa konuşması ve sonrasındaki gelişmeler, görkemli geri dönüşlerin de ihtimal dahilinde kurgulandığını gösteriyor. Daha şimdiden CHP’nin 81 il başkanının, istifa kararını açıklayan Deniz Baykal’ın genel başkanlığa dönmesi amacıyla harekete geçtiği konuşuluyor. Dolayısıyla Baykal’ın Kurultay’a girmeyeceğini açıklamış olması, başkanlık koltuğuna yönelik nihai bir feragat anlamına gelmiyor.

Beri yandan hedef gösterilen AKP de, Başbakan ve sözcüleri aracılığıyla er meydanına çıktı. Elbette videonun kendisine ve muhafazakâr değerlere gönderme yaparak: “Ana muhalefet liderinin yaptığı açıklamalar en az yaşananlar kadar düzeysiz ve çirkindir. Siyasal karalamaya dönüktür. Bütün bu yaşananların sorumluluğunu siyasi iktidara yüklemeye çalışmak ahlaksız bir iftiradır, büyük bir hezeyandır.” Böylelikle hep kenarından dönülen şu “yaşananlar” kısmı da tartışmalara dahil oldu. Başbakan bir yandan görüntülerin yayınının engellenmesi ve soruşturma başlatılması üzerinden sergilenen siyasi centilmenliğe vurgu yaparken bu tür görüntülerin yayınlanmasının genel ahlak ve aile değerleri üzerinde yapacağı tahribatı önlemek için de bu tedbirleri almak zorunda olduklarını da belirtmeden edemedi ve “Zira muhafazakâr bir parti olmanın bizim ilkelerimiz içerisindeki yeri hepinizin malumudur” dedi.
Oysa esas olan, muhatabın bu ağır suçlamaların ispatına davet edilmesi. Yoksa bir siyasetçinin özel hayatı üzerinden bozulacak ya da kazanılacak ahlak değerleri yok hiçbirimizin.

Bunca kirlilik içinde esas tahribat vatandaşın ülkesine, demokrasiye ve geleceğine, kendi küçük hayatının bekasına yönelik güven duygusunadır ancak. Hesabı verilmesi, üzerine titrenip korunması gereken sadece bu güven duygusu. Gerisi hikâye.

Ha ille de ahlaktan bahsedeceksek, gider kendimize bu meseleyi hayatının ölüm kalım mücadelesi kılmış düşünürleri seçeriz siyasetçilerin yerine. Varoluşçu felsefenin kurucusu sayılan, kilise dogmalarına, softalığa, içi boşalmış geleneklere karşı bireyin kutsanması için ömrünü vakfeden Danimarkalı filozof Soren Aabye Kierkegaard’a kulak veririz örneğin. Anlatacak bir şeyi, bir meramı olana.

Kierkegaard’a göre, kişinin hayatını tutarlı biçimde yaşamasını sağlayan üç türlü varoluş biçimi vardır: Estetik, etik ve dinsel varoluş olarak sıralanan bu varoluş aşamaları bir nevi tekamüle denk gelir. İlk seviyedeki “estet” sadece kendisi için yaşayan ve haz odaklı insandır.

Bedensel arzularını doyurmanın peşindeki bu insan, bir türlü ruhsal bütünleşmeden nasiplenemez. İkinci aşamadan insan kendi özgür iradesiyle etik merkezli bir yaşamı benimseyebilir. Toplumun kuralları ve Tanrı buyruğunu idrak ederek benliğini, bireyliğini bu normlarla buluşturma seçimi kişiliğin parçalanmışlığına son verir. Filozofun deyimiyle kişi “daha önce olduğundan daha başka bir insan haline gelmez, ama kendisi olarak kalır, bilinç bütünleşmiştir ve kişi kendisidir”.

Kierkegaard’ın Sokrates ve Agamemnon örnekleriyle tanımladığı “trajik kahraman” tipidir bu aynı zamanda: Yüce, evrensel bir amaç uğruna bireyselliğinden feragat edebilen kişi. Dinsel varoluş aşaması ise Kierkegaard’ın Hıristiyanlığın gerçek özü olarak tanımladığı boyuttur. Burada inanç sürekli yeniden üretilen, yenilenen bir olgudur. Ancak bu inancın kurulması ve yenilenmesiyle kişi kendi ben’i ile de bağlantıda kalabilir.

Kierkeegard’ın büyük ustası Sokrates, “Devletler kanunla değil, ahlakla daha iyi yönetilir” demişti ve yüzyıllar sonra Jean-Jacques Rousseau da “Politika ve ahlakı farklı ele alanlar, her ikisini de asla anlayamazlar” diye eklemişti. Eğer siyaset, hayatımızın bir tezahürü olacak ve insanı sistemine dahil edecekse, ahlak konusunda lak lak etmekten çok daha fazlasını yapabilmeli. Kendi iyiliği için, boş laflara karnımız tok çünkü.