14 Temmuz Direnişi ve Devlet Kabadayılığı

[ A+ ] /[ A- ]

Akın OLGUN
BirGün Gazetesi

Medya, Arap Baharı üzerinden demokrasi ve özgürlüğün nasıl tüm Ortadoğu’ya yayıldığını, diktatörlük dönemlerinin artık kabul görmediğini ve nihayetinde halkların özgürlük ve demokrasi talebinin ne kadar güçlü değişimlere yol açtığını iri cümlelerle dile getirdi.

Aynı medya kendi coğrafyasında sokaklara, meydanlara taşan özgürlük ve barış talebini ise görmezden geldi ve gelmeye devam ediyor. Bir halkın özgürlük talebine korkunç bir sansür uygulayarak, iktidarın yörüngesinde onun diline ve resmi anlayışına tutunarak etrafından dolanıp duruyor. Söz konusu Kürtler olduğunda terör argümanını cebinden çıkarıp direnenlerin üstüne salmaya devam ediyor.

Bu yanıyla Diyarbakır’da demokratik gösteriye takınılan tavır, ulusalcılaşan İslamcılığın yansımasıdır. Özgürlük ve demokrasi talebinin Kürtler eliyle dile getirilip yükseltilmesi, her şeyi yukardan alıp vermeye alışmış olanları ve ondan beslenenleri rahatsız ediyor. Daha da önemlisi Kürt siyasi hareketinin tüm demokrasi güçlerini içine alarak, Türkiye siyasetinin belirleyici aktörleri haline gelmesinden korkunç bir rahatsızlık duyuluyor.

Çünkü bu siyaset meydanlarda, sokaklarda ve haksızlığın yaşandığı her yerde direniyor ve alternatif bir dil, yaklaşım ve açılım sunuyor. Kürt siyasi hareketinin tüm demokrasi güçleriyle ortaklaştırdığı anlayışının “terör” adı altında sıkıştırılarak parçalanmaya çalışılıyor olması boşuna değil. Bunun yöntemleri hem sivil alanda, hem de siyasi arenada çok yönlü olarak uygulanıyor. “Bağımsız” çıkışların etrafını hızla örgütleyerek psikolojik bir savaşı ve ayrışmayı devreye sokan gelenekçi devlet anlayışı elini güçlendirmeye çalışıyor. Kemal Burkay örneğini her ne kadar eline yüzüne bulaştırmış olsa da birçok ders çıkardığı ortada.

Leyla Zana’nın girişiminin iktidarın psikolojik savaş uzmanları tarafından ters yüz edilerek, iyi niyetli tüm beklentileri kendi siyaseti etrafında kullanmak istemesi de kaçınılmazdı. Bu çıkışın etrafında biriken iyi niyetli tüm çabaları Kürt siyasi hareketinin karşısına koyarak suyu bulanıklaştırmaya çalışması, sivil alana yapılan açık bir müdahaleydi. Zana’nın barışçı, aynı yapı içinde yer aldığı arkadaşlarının ise savaş yanlısı olduğu izlenimi süratle topluma yedirilmeye çalışıldı. Kürt siyasi hareketinin bu oyuna gelerek kıyamet koparacağını ve koparılan kıyamet üzerinden çatışmanın derinleşeceğinin hesabını yapanlar yanıldılar.

Diyarbakır’da meydana konan sivil inisiyatif bir dönüm noktası olmuş ve ellerini ovuşturanların gerçek niyetleri açığa çıkmıştır. AK Parti’nin demokrasi maskesi düşmüş, zulüm açık anlamıyla yüzünü göstermiştir. Bir halkın en haklı ve meşru taleplerini tüm dünyanın gözü önünde polis postalları altında ezmekten bir rahatsızlık duymayacak kadar fütursuz oluşları, İdris Naim Şahin nezdinde somutlaşmıştır.

İçişleri Bakanı’nın Kürtlere dair sürekli homur homur konuşması ve uyguladığı zulümden mazoşist bir zevkle bahsetmesi, ibretlik olarak tarihe geçmiştir. Binlerce kişinin oylarıyla seçilen vekilleri yerlerde sürükleyip, polisin ayaklarının altında ezdirmeye çalışmak, bir halka duyulan ırkçı nefretin resmi uygulamasından başka bir şey değildir. Bu devlet kabadayılığını, gücünü aldığı resmiyetten soyduğunuzda, geriye sadece kendi sözü ile “zavallı” bir kofluk görürsünüz. Bu hep böyle olmuştur…

Bakan Bey de bu gücü kendi iktidarına yakın sonradan görme “entelektüel”lerden alıyor aynı zamanda.

Bu yanıyla, eğer Kürt siyasi hareketini Emre Uslu’nun penceresinden okumaya kalkarsanız, kendinizi devlet kabadayılığına soyunmuş bulursunuz. Sürekli istihbarat bilgilerinden beslenmek insanın paranoyak bir dünyaya doğru yelken açmasına neden olur çünkü.

Öte yandan; Örgüt’ün kendini tasfiye ederek, şu an durdukları noktaya gelmesini bekleyen kimi Kürt aydınları ile Emre Uslu’nun baktığı pencere arasında kalın bir çizgi olmayışı, devletin Kürt meselesindeki siyaseti üzerinde rahatça hareket etmesini sağlıyor. Hak ve özgürlük talebiyle milyonların meydana akışını yasa dışı ilan eden devletin etrafında konumlananlar, Kürt halkının hafızasını fazlasıyla küçümsüyorlar. Oysa 14 Temmuz göstermiştir ki Kürtlerin hafızası oldukça canlı ve diridir. Bu dirilik özgürlük ve demokrasi talebini elle tutulur hale getiriyor.

Halk diplomasisi kavramı bu yanıyla yerli yerine oturuyor. Çözümün ortaklaştırılması, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik taleplerin bir çatı altında birleştirilmesinden geçtiğine inanan kesimler çoğalıyor. Diyarbakır’da konan halk iradesini doğru okumak bu yüzden çok önemli.

Kürt meselesinin çözümünü sadece Örgüt’ün üstüne atıp sıyrılmak, devletin sorumluluğunu aklamak olur. Sorunu Kürdün, Kürt’le sorunuymuş haline getirmeye çalışan ve sürecin tüm vebalini yine aynı kesime yıkarak kurtulmaya çalışan devlet aklına seslenilmelidir.

Sorunun çözümünden yana bir tavır alması sağlanmadığı sürece, devlet, Kürtlerin ve tüm demokrasi güçlerinin kolunu kanadını kırmaya devam edecektir.