24Nisan: Hala Buradayız!

[ A+ ] /[ A- ]

Bakhce-Genam

Misak Tunçboyacı

Tecrübe edilen hayatın, bunca fenalık ve fecaatle hemhal olanın, “yok hükmünde” sayıldığı bir düzen bina ediliyor. Geçtiği, geçmiş olduğu zikrolunanı güncelleyeduran cerahatli aklın toplu tahakkümünde bir mahvın sembolleştirilmesi yine sağlama alınıyor. Ezber okunanlar düş kırımları, can kırıklarıyla bir bir türetilen küçük kıyametler sıkışıp kaldığımız bu yeri göstere geliyor. Dünün taarruzu, sıradan olana kasıtlar bugün yeniden tanımlandırılıyor.

Gaspların süreğen kılınması için düzenlemeler, kararnameler tıpkı o bilindik fermanlar gibi güncellene duruluyor. Tecrübe ettirilen hayatın paramparça harap / viran edilmesi bir kez daha söz konusu ediliyor. Dün sanki hiç yaşanmamış gibi, dün sanki hiç olmamış gibi bugün onun bir benzeri için çabalar güncellene geliyor. Geleceğin tükenebilirliği şu anda, bir kez daha gösterimde olan bir meseldir. Geçmişin ağrısı capcanlı dururken, yara kanarken, yenilerini türetmektir oldubitti mesele. Oldubittiye konulmak istenen cerahatin bu sürekli kılındığı bir deneyimdir.

Bir koca yüzyılı devirmiş olan insanlık suçunda, bugün onun hangi evresini ikame ediyoruz. Bunun tezahürüdür yaşatıldığımız her bir gün. Tacizin, tehdidin, tahakkümün biteviyeliğidir her güne dâhil edilen. Geçmiş nasıl geçmemiştir bahsine sımsıkı mıhlandıysa bunca zalimanelikle, yine, aynı minvalde muhafaza ve müdafaa edilmektedir her gün, hep olduğu gibi. Bir sekiz yüz doksanların karanlığının, 1894 ile 6 arası dehşetin, 1915 büyük felaket günlerinin (adını dosdoğru koyalım soykırım), 1919, 1923, 1937-8’in her şeyin, her insana karşı mahvın bir kez daha vuku bulduğu iklimdir o geçip gitmeyenin tanımlandırdığı.

Her günün bir yaraya evrimi buralardadır. Bir tarihi değil takvim yapraklarının tamamının bir kez daha kanla buluşturulmasıdır oldubitti bütün mesel. Mütemadiyen, ceberut olan devlet aklının imali yepyeni yaraları beraberinde, yeniden türetmek içindir. Türetilen yıkımlara bağışıklık kazandırılmış bir ülkedir. İstikamet / yönelim bu yıkımlar ile beraber çözümsüzlüğüyle, daha da derin ayrıştırmalarla bir ülkenin hakikattir.

Geleceksizlik sarmalı tecrübe ettirilen tüm ol “fenalık” ve fecaatle bir olanın yok hükmünde sayılmasıyla bir düzeneğin imalidir. Bu uzamda türetilen tüm yaralar hiçbir zaman asla kapanmayacak olanlardır. Cerahatin kesintisizliği bu şablonla birlikte yalın düpedüz afakî bir tavırdır. Birlikte eylenip sonra kolektifleştirilen, önce yapılıp sonrasında da unutturulan, Sepastiya’dan, Garin’e, Giligiya’dan, Hamşetsi’ye kadar dün ile bugünün Bakur Kürdistan’ıyla hemhal bir takipçiliktir.

Yıkımın yolu hep güncellenendir. Viran etmenin boyutları dünden alınanlarla sürdürülendir. Mücadeleden kasıt, sıradan olanın hayatını hiçe saymaktır. Hiç addedilen hayatların üzerinin bir karar mekanizmasında boğuntuya konulmasıdır –cüret budur-. Geleceksizliğin dünün hazanından türetildiği afakîdir artık. Dün, bin sekiz yüz doksandan, bin dokuz yüz dokuza kadar süreğen bir taarruzdur. Dün 1915’in yıkımın merkezinden bugünlere taşınandır. 1915 sabık bir aklın, tek tip bir ülke imalinin temelleri olarak yaşatılmıştır. Yara ortalardadır.

Anlatılamayanın yıkımı, sonrasında berberinde taşıdığı, güncellediği yegâne şey bu sürgit mahıvdır. Mezhepçilik, ırkçılık ve şiddeti bir uzamın daimi öğesi olarak, bu yapımlarla hemhaldır hala ve her gün yapılandırılandır. Bu bahisle

anlatılmaz hale dönüştürülen yıkımdır, bu ülkede karşı karşıya kaldığımız. Hayatın her gününde içkin kılınan bu ‘inkâr’ sürdürülürken o ötelenen / üstü örtülen suçlar güncellene gelendir hala.

–Madun devlet aklının / devletleştikçe kendini dönüştüren, kötüye eviren bir aklın tezahürüdür sürdürülmeye çalışılan. 1915 bunun kara geçididir. 1915 biyopolitik bir yıkım amacı ile türetilen ilk büyük hamledir. Şimdi, bu geçmişin bütünlendiği bir araftır. Buluştuğu yıkım geleceğe yönlendirilen cüretin temellendirildiği sahadır. Eksiltmelerin yekûnu hayatın merkezinde cürümler ile sabitlenendir. Onun içindir yüz bir yıl geçmiş olsa da yara halen yerli yerindedir.

Savaş koşulları değil, köşeye enikonu sıkışmış olan bir imparatorluktan artakalandan sonra hamlesi bildirilendir yara. Yıkım güncellenirken bir madun ülke, mezar-toprak, yoksunluğun mabedi ve cehennemin ta kendisidir –yara ile çıkagelen. Hepimizin payına düşürülen bir mizansen değildir. Bedenlerin un ufak edildiği, kırımları bir gündelik siyasi hamle olarak gören her defasında kurtulmalıyız bu Ermenilerden denilerek Süryani, Nesturi, Keldani, Rum, Pontus, Ezidi, Yahudi’ye kadar her bir ötekiyle iç içe geçirilmiş bir düzenektir karşılaştığımız o sarmaldan bugüne.

Yağma / yıkım / talan ve rant o “biyopolitik” aksiyon, hayatin her saniyesinde güncellenendir. Burası sözü çiğneyenin devletleştiği bir menzildir. Burası o geçmiş olanın, öyle bildirilen yaklaşık dört milyon civarında insanın katledilmesinin unutturulduğu bir menzildir. Bir yaşam sahasının geçmişle birlikteliği, geçmişte rehineliğinin bugün yeniden türetilmesi o bedenlerin, onlarda artakalanların üzerinde yükselen bir ülkeyle hemhaldır. Yaşayabilmek bundan bunca zorluğa rehin bildirilendir.

Yaşamak bir ülkede olduğu gibi değil, yaraların gizlisini / saklısını kendine – özüne saklama mecburiyetiyle sürdürülendir. Bin dokuz yüz on beşin yaşattıklarının bir yüzyıl sonrasında ol halden nasıl halen uzaklaşılmadığı, bugünün cerahatli ikliminde kanıtlanandır. Amaç hep -mağduriyeti sıradana doğrudan yaşatmaktır, bunun temel taşıdır 1915. Geriye kalanların sözünün yenilip yutulması değildir sadece, bir ağrıya rehin edilmiş ol hayatın daimiliğinin, sağlama alınmasıdır tüm çaba / gayret. Soluksuzluğu işleyen 1915’in Soykırım deneyinin bugün bilfiil her yerde hemen her şekilde burada bu devletin bu yönetimin çabalarıyla güncellenmesidir yarayı halen kanatır kılan. Bir tahakküm çabasıdır tüm bu olağan / sıradan addedilen bir yıkımın ta kendisidir.

Devlet, öncesiyle ve şimdisiyle bir -tahrip eden- tüketen mekanizmadır. Yaşatılanların tekil / düz / doğrudan okuması / anlamı ve çözümlemesi budur. Hayatı biçare kılmak için gök kubbenin başa göçertilmesi meselidir -1915. Biyopolitik tecrübe, dün gibi yarının da çalınması gayretidir bu uzamda, toptan ve tek seferde. Her karede bir eksiltme, bir küçük kıyamettir izinden yürünen. Garin’in, Nisebin, Sepastiya’nın Sur, Musadağ’ın, Kilis, Kharpet’in Karaman, bir yerlerin / bir yerlerde yine yapılandırılması, çekincesiz türetilmesidir meseli bildiren.

Bir yaşatmama iradesinin tescilidir ve devamlılığıdır beraberinde hep mesele. Yapmış olsaydık bir taneniz kalmazdı denilen hiddetli böbürlenmenin ayakuçlarında tecrit edilen; Müslümanlaştırılmış Ermenilerin varlığıdır o mesele / yıkım. Yapılanlar yapılandırılanlar ve devamındaki yaşatılan zulmün ta kendisidir bu mesele, tüm bu yıkım. Soykırım bir terane değildir, günden güne ağırlaşandır görülmedikçe böylesi bir çabayla üzerinde yeni hınçlar bina edildikçe.Tükenişin, yok etmenin kıyısında daha kötünün, daha fenalığın tamamlanmadığının bildirimidir işte mesele. Tümden topyekûn birbiriyle bağdaşık, kesintisiz mahvın ilk şablonudur aslında bin dokuz yüz on beş.

Bugüne kadar yukarıda tüm andığımız / öncül ve ardıllarıyla birlikte / bir arada dehşetin ta kendisidir sürdürülmeye devam, durmaksızın devam denilen. Dikranagert’in Diyarbekir haline dönüştürülmesinden sonra, Amed’e vardığında süren bir yıkımdır bu tecrübe. Mardin’in yıkılmasının, Nasturilerin topraklarından kazınmasının, Nisebin’de yinelenmesidir, Süryanilere kasıttır tüm bu tecrübe. Sepastiya’nın karanlığının dümdüz bir plato halinde, betona, daha çok betona boğulmuş bir ülkenin şimdiki halidir halen inançla sürdürülen.

Ya sev ya terk et’e dönüşen, soykırım istencinin yalın apaçık evrimidir bahsettiğimiz bu topraklarda. Şark Islahat Planı’nın, Master Plan’la yinelenmesidir haddizatında soykırımı güncelleyen. Deyr-Ez Zor’a yollanan insanlığın, AFAD çadır-kentlerinde bir yüzyıl sonra bir başlarına terk edilmiş –Ezidilerden belirginleşmiş halidir güncel / güncellenmiş / devam denilen “soykırım meseli”. “Ermeni köpekler dikkat etsinler. Ermeni köpeklere ölüm” diye cümleler kuran İsveç-Türk Federasyonu başkan yardımcısı Barbaros Leylani gibilerin daha sözün başlangıcında fecaate iliştikleri ve Türkiye’nin temsilcisi oldukları yerlerdeki ol tavırlarıdır tüm yetkinliğiyle çıkagelen.

Sürdürülen bir soykırım mefhumunun, onca inkarla, yok olmadı denilenleri bu topraklarda yeniden aksettirebilme gayretidir mesel. Dersim’de “Terteleo Veren” ile “Terteleo Peyen” arasında ve sonrasında katledilen insanların

çuvallara sığdırılan kalıntılarıdır o soykırım meseli. Bakur Kürdistan’ında ancak çöp poşetlerine reva görülen kemiklerinin sessizce dışa vurduğudur ol soykırım meseli.

Şehirlerin düşmandan arındırılması seremonilerinde Ermeni’yi oynayan figüranların silme linç edilmeleridir ona çabalanılmasıdır bir dokuz bir beş, yüz bir yıllık mesele. Kendi içerisinde değişerek, dönüşerek güncellene gelen bir yok ediş çabasıdır. Soykırım bir mizansen, bir tevatür değildir bu yeni, yeni diye anıladuranın her bir gününde yeniden örülendir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 16 Ağustos 2015 – 20 Nisan 2016 tarihleri arasında sokağa çıkma yasakları ( abluka ) ve yaşamını yitiren siviller başlıklı makalesinde dökümü yapılandır o mesele.

“Yasaklar nedeniyle 2014 nüfus sayımına göre ilgili ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1 milyon 642 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık hakları ihlâl edilmiş, net bir bilgi edinilememekle beraber Sağlık Bakanı’nın 27 Şubat 2016 tarihli açıklamasına göre en az 355 bin kişi yaşadıkları il ve ilçeleri terk ederek zorunlu olarak yerlerinden edilmiştir.”

“TİHV Dokümantasyon Merkezi verilerine göre, ilk sokağa çıkma yasağı ilan edilen tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 20 Nisan 2016 tarihleri arasında en az 338 sivil sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş zaman dilimleri içerisinde, ilgili çatışma ortamlarında yaşamlarını yitirmiştir. Bu kişilerden; 78’i çocuk, 69’u kadın ve 30’u 60 yaşın üzerindedir.” Bodrum katlarında kıstırarak, yakıp, yıkarak, kentleri dümdüz ederek, katliamları sıradanlaştırarak bir mesel, soykırım hayattaki konumunu sağlama alan bir ülke gerçek kılınmaktadır.

Beyanatlar, tanıklıklar, tüm bu yaşatılanların her nasıl açık aleni bir çaba olarak soykırım meselini türettiğini göstere gelmektedir. Şirnex, Cizir’deki o üç binanın bodrumunda katledilmiş bedenlerin, sokak ortasında infaz edilen sivillerin, yerlerde sürüklenen beden ve onlardan geriye kalanların, köpeğe yem edilen (!) gerilla naşının vb. bulunduğu bir kör karanlıktır o soykırım meseli. Bugün gözlerimizin önünde, gözlerimizin içine bakıla bakıla sürdürüle durulan yıkım tüm o geçmişin izlerini takip ededuran bir istikamettir.

Yıkımın sahiciliğine, onca tanıklığa rağmen şu ülkede halen şüphe taşıyanlara yaşadığımız günler, başımıza getirilen felaketler asıl meseli bildirmeye devam etmektedir. Vatan, Millet, Sakarya’nın Türkçe karşılığı kan / gözyaşı ve yıkımdır. Yüz bir yılda çıkagelen devletin özeti / gittiği istikameti belirginleştiren tahlil bunca açıktır. Yağma, yıkım, kıtal ve tehcir devletlûnun dünü ile bugününün, eskisi ile yenisinin halen savunduğudur.

Basitleştirildikçe, tüm ölüm mekanizmalarının aynı anda güncellene geldiği bir mahvın hattıdır yolunda yürünmekten imtina edilmeyen. Kaçırılan barış, unutturulan eşitlik, üstü daim çizilen adalet birer sembiyotik ifade değildir düpedüz yıkım istikametinde bu ülkenin halini bildirmektedir. Anna’nın yaşadıklarının Aysel’de bilfiil tekrar edilmesidir 1915. Ermeni, Süryani, Nasturi, Rum, Keldani, Pontus’un yaşadıklarının bir uzamda bu Alevi, şu Kürd, o Ezidi’ye şimdi reva bildirilmesidir meselin tözü yalın-apaçık özü.

Bir biyopolitik şablonun ta kendisidir işte o soykırım dönemeci ağır karanlığın da başlangıç noktasıdır. 2.6 milyondan kademeli olarak birkaç senede 2 milyona indirilen bir halkın, bu ülkenin o kuruluş! sancısında gözden çıkartılmasının ölümlerle bildirimidir 1915. Telef edin sözünün, yaşatmayın hiçbirini bahsinin, tüketin / yağmalayın seslenişinin tam karşılığıdır 1915. Koca bir karanlık imalinin, söz konusu ülkede anbean türetilmiş olmasıdır mesele.

Nar’a atılan kesikler, kanın nasıl da hevesle savunulduğunu bildirmektedir. Dünün yıkımı yaşama dökülmüştür. Tanıklıklarla anlatılmıştır her defasında o nar kesiğinin altı, ötesi / üstü / ardılı biçimlendirilmiştir. Gören gözler ama duyan kulaklar lal, işitip de gördüğünü eleyen aklın tutulması bunca zamana rağmen süregelendir. Akıl tutulması naçar bir istikamet bir yol yordam olarak çıkartıla gelendir yüz bir yıl sonra da.

Dünün cerahati, dünün cürümü, dünün yıkımına sahip çıkılarak yola devam denilmesi alelade değildir, topyekûn hesaplı kitaplı bir taarruzdur. Bugünlerde anılan kirli ittifak tüm o müesses nizamın tüm bu hazanın takipçisi olan kesimi bildirmektedir. “Suç ve cezasızlık” yaygınlaştırılıp normalleştirilirken 1915 hep günceldir her andadır. Yüz bir yıldır o müesses nizam, bu rejim ve aveneleri için hayatlar kurban edilmektedir.

Kurban edilen her bedende bir kez daha; yepyeni bir yara güncellene gelen bir meseledir. Yarınsızlık tam da dünden alınarak bugüne taşınandır. Bir gün değildir, her gün evsiz, barksız, yersiz ve yurtsuz kalmanın bir nişanesidir 1915. Bir tarihten ibaret sırf Ermeni halkına ait bir yara değildir. Hazin olan / soykırımın; Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi,

Keldani, Pontus, Hamşetzi, Arap Hıristiyan, Alevi, Ezidi, Çingene ve kurucu unsurlar olarak zikrolunan Kürd’e kadar, onu da kapsayan bir çürütme istencidir.

Kesif kokular yayılan bir kadavradır, oradan yayılan bir çürümenin ta kendisidir işte 1915. Yüz bir koca yıl sonra yıkımın ne kadar derin bir iz bıraktığı açıkça, uluorta söylenemeyen, bahsi bile henüz layığıyla tanımlanamayandır, budur 1915. Geçmişin geçip asla tükenmeyen nefret sarmalının, bir ülkenin yaşamdan kopartılmasının mihenk taşıdır 1915’ten bugüne kadar süregelen tehcir / tenkil ve kıtal yekûnu. Bu sınırların her nasıl dönüştürüldüğü, bir kapkaranlığa rehin edildiği, bunca eksiltmelerden barizidir.

1915 bu satırların yazarı da dâhil olarak Affedersiniz Ermeniler için bir eksikliğin / yer doldurulamayacak olan boşluğun ta kendisidir. Anahit’in bedeninin çektiği acı Taybet İnan’da yeniden çıkagelendir. Jenna’nın ağrıyı, sancıyı bilmeden katledilmesinin ta kendisi Miray bebekte vücut bulandır. Hamparsum’un dağlanan bedeni, dağlardan uçuruma yollanan o bedeni Hacı Lokman Birlik’in bir zırhlı aracın arkasına takılıp sürüklenen bedenindedir. Dünün yıkımı hala günceldir.

Dün, Zabel Yeseyan’ın, Krikor Zohrab’ın, Komitas Vardapet’in savunduğu ortak, adil ve eşit bir ülkenin bugün bu ülkenin sınırlarında, Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı’nın hedefe koyulduğu (şükür ki şimdilik tutsaklıkları sona erdi) barış bildirilerinde karşılaştığımızdır. 1915 bir eksiltmenin eksikliğin, yokluğun başlangıcıdır.

“Toprak, uğrunda ölen varsa vatan, yoksa tarladır” sözünü savunan cumhurun başının ol tenkitlerinin kıyısında yitirilenin nasıl bir şey olduğunu sessiz sedasız bildirendir 1915. Geçmiş zaman, geçip gitmeyen karanlığın hayaleti aramızda dolaşmaya devam ediyor. Yüzleşmek için uzanacak elleri bekliyor. Yüzleşmek için yoksunluğun ne olduğunun anlaşılmasını bekliyor. Yüzleşmekle birlikte ülke denilen bu yerin bir kez daha mezbahaya dönüşmemesi için avazı / yarayı bildiriyor.

 

Bugün 24 Nisan; bugün bir yük edinilmiş anlatılamayan ağrının tarihi. Bugün 24 Nisan, kırılan dalların, eksiltilen sesin, sözün taşıyıcısı bedenlerin yas günü! Bugün 24 Nisan laf değil, insanlığımızın sınavlarını bildiren bir menzilin başlangıç noktasıdır. Yüzleşecek misiniz ve duyuyor musunuz?  O geçmiş geçip gitmeyen ve yarın henüz şimdi çalınırken tüketilendir. Bir ‘kırım’ sahanlığında hayatı arıyoruz ve onun için hala buradayız.

Kötülük sarmalında ayakta kalma mücadelesindeyiz. Derdimiz, dört yılda öncesi ve sonrası ile bu ülkede yapılanların eksilttiklerini bildirmek bunun için hala buradayız. Derdimiz geçip gitmemiş olanın basit bir yara değil her gün bir başkamızı eksilten olduğunu anlamlandırmak için anlatılamayanı bildirmektir, bunun için hala buradayız. Bir güvercinin, medz yeghern’den tam da doksan iki yıl sonra, canına kastedilmesinin nasıl bir karanlık olduğunu anlaşılır kılmak için hala buradayız.

Kaybedilenleri ve kaybettirenleri ezberden değil, sırf dünden bilmediğimiz için buradayız, tanığız artakalanız. Sepastiya’dan, Sasun’dan, Gesarya’dan, Satakh’tan o dünden değil, Bakur Kürdistan’ı ve bu Batı Türkiye’de bugün yeniden gördüğümüz o yıkıma karşı seslenmek için hala buradayız. Adalet için, eşitlik için, yüzleşmek için… Hayatlar bir daha kanatılmasın diye hala buradayız. İnadına Buradayız! Hala Buradayız! Այո՛, մենք դեռ հոս ենք!