Akp’nin Toplum Mühendisliği, Anti-Entelektüalizmi ile Nereye?[*]

[ A+ ] /[ A- ]

Sibel ÖZBUDUN

“Yakılması gereken otlar bakımsız tarlalarda çıkar.”[1]

Diyelim ki orta öğrenim çağında (hoş, şu mahut “4+4+4” geçtikten sonra hangi çağın hangi öğrenim aşamasına denk düştüğünü bilen varsa beri gelsin ya, her neyse) çocuğunuz var, genelde tatminkâr bulduğunuz bir devlet okuluna gidiyor. Çocuğunuzun dersleri iyi, öğretmenlerini ve arkadaşlarını da seviyor, üstelik okul evinize yakın… Eğitim sisteminin dönüştüğü cehennemde bundan iyisi can sağlığı, değil mi?

Asla rehavete kapılmayın. Çünkü siz bir yaz tatili keyfini sürerken, apansız bir M.E.B. kararıyla çocuğunuzun okulunun İmam Hatip’e dönüştürüldüğünü öğrenebilirsiniz.[2] Bundan böyle -hele ki pek de dindar (tabii Sünnî İslâm dindarlığından söz ediyorum) bir aileden gelmiyorsanız- önünüzde iki seçenek var: ya yaz tatilinin geri kalan kısmını çocuğunuza eksik kalan dinsel eğitimi verip (şaka değil, İHL müfredatı oldukça ağır: Kur’an-ı Kerim, Arapça, Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Dinler Tarihi, Hadis, İslâm tarihi, Kelam, Hitabet…) “yeni” müfredatından geri kalmaması için çabalayacaksınız; ya da birkaç onbin lirayı gözden çıkarıp yavrunuzu özel bir okula kaydettireceksiniz -Aman diyeyim, çocuğunuzun eğitimini vitrindeki “laik” öğretmenlerdense dini bütün “Ağabey” ve “Abla”ların üstleneceği “cemaat” okullarını tercih etmemeye çalışın…

AKP toplumun büyük bölümünün “Müslüman” (zımnen “Sünni Müslüman”) olduğu ve salt bu nedenle de kendi politikalarını desteklediği/destekleyeceği varsayımıyla, Alevîler, sekülerler, ateistler… üzerinde sıkı bir “toplum mühendisliği”[3] uygulamayı sürdürüyor. Toplumsal hayatın bütün alanlarında (okul “kıran” çocukların takibinden trafiğe,[4] aile içi şiddetten Kürt sorununa[5]) imamların istihdam edilmesinden, yetkililerin “hafızlık eğitimi 9 yaşında başlar”dan daha ikna edici bir gerekçe gösteremediği öğrenim yaşının 5’e çekilmesi ve eğitim sistemine tebelleş edilen 4+4+4 sistemine; “her kürtaj bir Uludere’dir” absürdlüğünden,[6] tiyatro-opera binalarına mescit zorunluluğuna;[7] Çamlıca Tepesi’ne/Taksim’e cami diretmesinden Başbakan’ın sonradan te’vil ettiği[8] “tek devlet, tek Milet, tek bayrak, tek din” ucubesine; meydanlardaki heykellerin dozerlerle yıkılmasından, dizi kahramanı Behzat Ç.’nin birlikte yaşadığı kadınla “başgöz edilmesi”ne… yaşamın her ama her alanında insanı soluksuz bırakan bir toplum mühendisliği uygulanıyor üzerimizde.

Ancak durumu daha “vahim” kılan, ve “sol” cenah dahil pek tartışmaya açılmayan bir yönü var. Toplumun yabana atılmayacak bir kesiminin iktidar öncülüğünde girişilen “ahlâkî diriliş harekâtı”nda seferberliğe ayak uydurması. On yıldır her seçimden AKP’nin oylarını arttırarak çıkması, “Galata’da 2011 yazdan beri süren ‘içki ve koku’ tartışması Beyoğlu Belediyesi ve Emniyet’in duruma el koymasıyla bitti. Galata Kulesi’nin çevresinde nöbet tutup kuleyi güvenlik şeridiyle çevreleyen sivil ve üniformalı polislerle bazı semt sakinleri de destek verdi”[9] “Büyükşehirlerde ve Anadolu’da adeta öğrenci patlaması yaşayan İmam Hatip Liseleri, kontenjanlarının 2-3 katı talep alıyorlar.”[10]; “Şikâyetlerini RTÜK’e İletişim Merkezi, web sayfası ve elektronik posta aracılığıyla ileten vatandaşlar Ocak, Şubat ve Mart aylarında toplam 27 bin 363 bildirim yaptı. (…) Vatandaşın, yılın ilk üç ayında yayınlanan programlar hakkındaki en yoğun şikâyet, Ocak ve Şubat’ta yüzde 16, Mart’ta da yüzde 22’lik değerle “genel ahlâka ve ailenin korunmasına aykırılık” kriterinde gerçekleşti.”[11] “Erzurum’da sokakta sigara içtiği için bazı kişilerin müdahale etmesi üzerine yakındaki öğrenci yurduna sığınan kadın, polisten yardım istedi. Olay yerine gelen polislerle, sokakta toplanan öfkeli grup arasında kısa süreli arbede çıktı.”[12] “Halkın yüzde 70’i engelli komşu istemiyor,”[13] türünden haberler, AKP’nin “ahlâkî diriliş” hamlesinin toplumun hatırı sayılır bir kesimiyle rezonans tutturduğunu göstermekte.

Bu “rezonans”ın kuşku yok ki pek çok veçhesi var: YSL marka ipek türbanlı, yüksek ölçeli kadınları, 4 x 4’leri, Çukurambar’daki, ya da büyük kentlerin korunaklı lüks sitelerindeki yüzme havuzlu malikanelerine karşın AKP burjuvazisinin “mağdur” ve “mazlum” “halk çocukları” oldukları yolundaki “halkla ilişkiler” kampanyası hâlâ karşılık buluyor. Örneğin; Cumhurbaşkanlığı düzleminde protokole dâhil olmuş olsa da, “Başörtüsü zulmü” yaygaraları karşısında gözleri dolan, rikkatli bir halkız ne de olsa.

Dahası, günümüzde iktidarın meyvelerinden (hangi boyutta olursa olsun) nemalanmak, alnını secdeye daha yakın tutmayı gerektiriyor; Cuma’larda camilerin, mescitlerin dolup taşması, Kandillerde kısa mesaj trafiğinin katlanması, TV ekranlarının İstanbul camilerine kilitlenmesi, Etiler sosyetesinin durup dururken Umre’ye, Hac’a merak sarması, varoşlarda, köylerde mukabele patlaması yaşanmasının nedeni kısmen de bu olsa gerek.

Ancak kanımca daha da önemlisi, bu kitlesel empatinin bir de tarihsel arkaplana sahip oluşu; bu ülke sosyolojisinin gizli ama temel çelişkilerinden birinden söz ediyorum: “Sevgili vatandaşlarım, onlar sizi hep aşağıladılar, size ‘göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalı’ diye hakaret ettiler” söylemini, Cumhuriyet elitleri tarafından (bu elitler asker ya da sivil bürokratların yanı sıra, Marmara sermayesini de kapsamaktadır) yüzyıllık hakir görülmüşlüğü bir anda anti-elitizm ve anti-entelektüalizm patlamasına dönüştürme potansiyelini haiz kılan bir “aydın-halk çelişkisi”. Bir ucunda “çobanın oyuyla profesörün oyu bir mi?”cilerin, bir ucundaysa “bunlar ellerinde viski, içki masalarında memleketi kurtarır”cıların durduğu bu yaman çelişkiyi, ne yalan söylemeli, “Kasımpaşalı” deşip patlattı. AKP iktidarıyla birlikte yurttaş, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün türbanlı “First Lady”si nezdinde kendini o köşke çıkmış gibi hissediyor; “Hasılı Kelam/Özlü Sözler” başlıklı kitabında “Bal arıdan, kavga karıdan olur,” “15’inde kız ya erde, ya yerde olmalıdır”, “Fakirlik akılsızlıktır, fakirin aklı olsa fakir olmazdı”, “Türk olmak kader, Müslüman olmak ise bir takdirdir”, “Türk inkılabı kitapsız (dinsiz) aydınları da Allahsızdır”, “Demokrasi vasat insanlar yönetimidir”, “Demokrasi bir sağduyu rejimidir; sol kulağını kapatırsan sağduyulu olursun” gibi hikmetleri peşpeşe dizen Polis Akademisi’nin “çiçeği burnunda” başkanı Prof. Dr. (!) Remzi Fındıklı’nın aforizmalarıyla[14] muhabbetleniyor… Ve “Koskoca Amerika krizden yıkılırken bizim ekonomimiz iyi gidiyor, maşallah” tesellisiyle kronikleşen işsizliği, yaygınlaşan yoksullaşmayı, esnafın birbiri ardı sıra kepenk kapatmasını, tüm sektörlerdeki özelleştirmelerle temel hizmetlerin erişilmez hâle getirilişini… sineye çekiyor…

Ama keşke bu “rezonans”, halkımızın cumhuriyet elitlerinden küçük bir intikamı ve de daralan ekonomik çemberin acısını hafifletmek üzere sarıldığı “teselli”den ibaret olsa. AKP’nin toplumsal yaşamda önayak olduğu bu anti entelektüel iklimin, hele ki Nedim Gürsel’e “Ben giderek otoriterleşen bir Türkiye görüyorum”[15] dedirten, ‘The Financial Times’dan David Gardner ve Daniel Dombey’e, AKP hükümetinin giderek daha otoriterleştiği yorumunu yaptıran,[16] Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’a, “Bizi köklü reformlar yapacağına inandırmıştı. Ancak taktik reformlar yapıyor” suçlamasını dile getirten[17] otoriter yönelişle[18] bütünleştiğinde, nasıl bir yıkıcılıkla donanacağını öngörmek için XX. yüzyıl siyasal tarihi hakkında yüzeysel bilgi sahibi olmak yetiyor…

Unutmamak gerek, Türkiye’de toplumsal düzlemde başta Kürt sorunu olmak üzere, yeterince patlayıcı madde var. Dahası, Suriye’ye (silahlı olma olasılığı yüksek) müdahale, er-geç (olasılıkla ABD seçimlerinin ardından) gündeme gelecek. ABD müdahalesi, bölgeyi zaten Şii-Sünni ekseninde yeniden saflaştırmışken, Erdoğan hükümetinin Esad karşıtlarına verdiği aktif destek, bu gerilimi ülke içerisine taşıma riskini körüklüyor.

Resmî belleğin unutmakta ısrar ettiği Maraşları, Çorumları, Sivasları yaşamış bir ülkede, bu faktörlerin yan yana dizilmesi, insanın tüylerini diken diken etmeye yetmiyor mu?

NOTLAR:
[*] Evrensel Kültür, No:248, Ağustos 2012…
[1] Horatius.
[2] “Eğitimde 4+4+4 hazırlıkları başladı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, imam hatip ortaokullarının teşvik edilmesi ve yeni binaların bulunması için il müdürlüklerini uyardı. Müdürlükler de okul arayışına girdi. Bakan’ın ‘öncelik verin’ demesiyle, yaklaşık 5 bin ilköğretim okulu, bağımsız imam hatip ortaokuluna dönüştürülecek. MEB genelgenin yanısıra il müdürlerine de, imam hatip ortaokullarının desteklenmesi için özel talimat verdi. Teşviklerle, imam hatip ortaokulu sayısının 5 bin civarında olabileceğini belirten bakanlık yetkilileri, imam hatip liseleri bünyesinde de ortaokul kısımlarının açılacağını söyledi, ve bu durumun da genelgede vurgulandığını kaydetti. İmam hatip ortaokulları, mevcut ilköğretim okullarının bir kısmının bağımsız imam hatip ortaokullarına dönüştürülmesiyle oluşturulacak.” (Kaynak: http://www.egitimciyiz.com/5-bin-ilkogretim-imam-hatipe-donusecek.html/#ixzz20283sMnf) “İstanbul’da 18 lise Anadolu imam hatip lisesine dönüştürülüyor.” http://www.kamudan.com/Haber/diyarbak%C4%B1rda-okur-yazar-olmayanlar-tespit-edilecek/151504/1/Banner/Banner/istanbulda-18-lise-anadolu-imam-hatip-lisesine-donusturuluyoriste-o-liseler-4103.yazar.
[3] Bu saptama yalnızca sola ait değil. Bakın “Erdoğan’ın Erbakanlaştığı”nı söyleyen Zaman yazarı İhsan Dağı neler diyor: “Demokrat kimliğini geri plana alan AK Parti tek başına muhafazakâr kimliğine dayandıkça topallamaya başlıyor. Demokrat hassasiyetlerle denetlenmeyen muhafazakârlık iktidar partisini toplum mühendisliğine yöneltiyor. Üç beş kişinin kafasındaki ‘ideal toplum, iyi insan, hakiki Müslüman’ tasavvuru devletin otoritesi ve imkânlarıyla inşa edilmeye çalışılıyor. (…) Peki ama AK Parti nereye doğru gidiyor? Başbakan Erdoğan, arkasındaki devlet aygıtına ve siyasal desteğe bakarak bütün toplumu ve ülkeyi elleriyle şekil verebileceği bir hamur olarak görüyor.” (İhsan Dağı, “Yeni Dindar Elitler ve Devlet”, Zaman, 1 Haziran 2012).
[4] Bkz. S.Özbudun, “Diyanet(in) Toplumu mu?” Esmer, Mart 2012, sayı 72, ss.21-23.
[5] Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar, geçen aylarda çıkan kanun hükmünde kararname gereğince, çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde olmak üzere bin kişilik sözleşmeli personel ataması yaptıklarını belirtti. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar, atanan 1000 kişiden 800’ünün imam hatip, 200’ünün Kur’an kursu öğreticisi olarak istihdam edileceğini bildirdi. (“Mele Ordusu Görevde”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2012, s.6.)
[6] “Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve AKP milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün’ün kürtajla ilgili son açıklamaları tüm kadınlar için tüyler ürpertici. İkisinin de söylediklerinin özeti şu: ‘Tecavüz edilen kadın bile o çocuğu 9 ay karnında taşımak zorundadır. Çocuk doğduğunda bakamayacak durumdaysa devlet o çocuğa bakar. Özürlü olsa bile ana rahmine düşmüş her çocuk doğmalıdır!’” (Meral Tamer, “Fazıl Say’dan Kürtaja, Hoyratlıklar Beni Ürkütüyor”, Milliyet, 1 Haziran 2012, s.10.)
[7] “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 42 maddeye çıkardığı ‘yapı denetimi’ taslağı tamamlandı. İmar ve kıyı kanunlarında çok önemli değişiklikler yapan, opera, tiyatro gibi yerlere mescit zorunluluğu getirdi. (Nuray Babacan, “Operaya Kreşe Mescit”, Hürriyet, 5 Haziran 2012.)
[8] “Elbette Başbakan’ın formülünden ‘tek din’ ibaresinin şimdilik kaybolması ‘tek millet, tek devlet, tek bayrak’ sloganının fena hâlde Nazi döneminin meşhur ‘Ein Volk, ein Reich, ein Führer’ sloganını çağrıştırmasını engellemiyor. Henüz sloganda ‘ein Führer’ yok. Bakalım İçişleri Bakanı’nın kulakları alıştırmaya çalıştığı reis ismi ve yine Şahin’in kullandığı “Ama hem lider, reis, genel başkan hem de başbakan tek” söylemi sloganda kendisine nasıl bir yer bulacak? (Özgür Mumcu, “Tek Din ve NATO”, Radikal, 10 Mayıs 2012, s.17.)
[9] Ayça Örer, “Galata’da İçki Krizi”, Radikal, 28 Haziran 2012, s.8-9.
[10] “İmam Hatiplerde Kayıt Patlaması”, Haber5, http://m.haber5.com/haber/101165
[11] “RTÜK’e 27 bin Şikayet Yağdı”, http://www.gazeteciler.com/gundem/rtuke-27-bin-sikayet-yagdi-52223h.html.
[12] “Sigara İçen Kadına Saldırı Girişimi İddiası”, http://yurthaber.mynet.com/detay/erzurum-haberleri/sigara-icen-kadina-saldiri-girisimi-iddiasi/35126.
[13] “Halkın Yüzde 70’i Engelli Komşu İstemiyor”, Radikal, 3 Temmuz 2012.
[14] Tolga Şardan, “Remzi Başkanın Kelamı!”, Milliyet, 8 Temmuz 2012, s.17.
[15] Sibel Oral, “Nedim Gürsel: Giderek Otoriterleşen Bir Türkiye Görüyorum”, Taraf, 16 Mayıs 2012, s.17.
[16] “FT: Türkiye’nin Gaddar Hükümeti”, takvimhaberm.takvimhaber.com, 29 Mart 2012.
[17] Türey Köse-Ayşe Sayın, “Böyle Demokrasi Olmaz”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2012, s.7.
[18] “Lâfı eveleyip gevelemeye gerek yok: Türkiye’nin ana/egemen gerçeği, bir ‘tek adam diktası’. ‘Başkanlık sistemi’ diktatörlük tehlikesi yaratır gibilerinden endişeler, aslında bir eblehliğin ifadesi: Diktatörlük fiilen işliyor zaten. AKP’li uyanıklar tartışmayı özellikle fişfikliyorlar ki, diktatörlük gelebilir problematiği üzerinden, henüz gelmemiş olduğu zımnen kabûl ve teyid edilmiş olsun,” diyor Kadir Cangızbay. (Kadir Cangızbay, “Adı Konmamış Diktatörlük”, Birgün, 20 Mayıs 2012, s.7.)

8 Temmuz 2012, Ankara