İttihatçılığın yükselişi; 1908 Devrimi ve Ermeniler – 3

[ A+ ] /[ A- ]

adana_olaylari-2_ext

Aydın AKYÜZ
ETHA

Osmancılığın içinde 19. yüzyılın sonlarında örtük olarak oraya çıkan Türk milliyetçiliği, 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren görünür hale gelip 1908 Devrimi’nden hemen sonra ilerici niteliği yavaş yavaş gerileyerek, Balkan savaşlarından itibaren de sınırlı demokratik niteliğini tamamen tüketerek ezilen uluslara ve halklara düşman ırkçı yayılmacı Turancı bir karaktere büründü.

Bu noktaya gelmeden önce İttihatçılar şahsında devrimci düşünceler Osmanlının dört bir yanına yaydı. 1906-1907 vergi ayaklanmalarına 1908 Devrimine ve devrimi takip eden 4-5 yıllık politik özgürlüklerin görece kullanıldığı bir döneme öncülük etti. Ermeni sorunu gibi ulusal sorunları Osmanlı sınırları içinde çözmeye çalıştı; tutarlı demokratik bir paradigmaya sahip olmayışı, dayandığı Türk burjuva sınıfın güdüklüğü Osmanlı’nın birliğini “koruma ve devleti kurtarma” saplantısı seçkinci kaba materyalist ve pozitivist ilerlemeci anlayışı bürokratik ve giderek daha fazla orduya dayanan yapısı iktidara geldikten sonra İttihatçıları halktan kopartarak ezilenlerin düşmanına dönüştürdü. Ne Ermenilerin demokratik reform taleplerini tam olarak karşılayabilmiş ne de toprak sorunlarını çözebilmiştir. Aksine giderek gericileşmiş Abdülhamit’i aratır duruma gelmiştir.

‘İSTİBDADIN KANLI SULTANI’NA KARŞI MÜCADELE BİRLİĞİ

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) önceli olan “İttihadi Osmaniye” bir Ermeni’nin de içinde olduğu farklı uluslardan kadrolarla 1889’da Ahmet Cevdet öncülüğünde Tıbbiye-i Askeri mektebi öğrencileri arasında kuruldu. “İttihadi Osmaniye, Osmanlı tebaasının birliği anlamına geliyordu ve Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Arnavut tüm ulusların eşit halklara sahip olacağı bir siyasal düzenin özlemini ifade ediyordu… 1908 Devrimi’ne kadar örgüt önce Ahmet Rıza daha sonraları doktor Bahaeddin Şakir tarafından Paris’teki merkezinden yönetildi. (1)

20. yüzyılın ilk yıllarında İttihatçılar içinde başlayan fikir ayrılığı, 1906’da Prens Sabahattin’in önderliğindeki liberal kanadın ayrılıp ayrı bir örgütlenmeye gitmesiyle sonuçlandı. Aynı yıl Selanik’te örgütleme yeteneği gelişkin olan bir posta memuru olan Mehmet Talat’ın önderliğinde Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyet, Binbaşı Enver’in de içinde olduğu, Makedonya ve Edirne’deki 2. ve 3. Ordu bünyesinde yer alan subaylar arasında etkindi. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti Ahmet Rıza’nın önderliğindeki Paris grubuyla ilişkiye geçti. Bu gelişmeler, İTC içinde Türkçü merkeziyetçi ve asker ağırlığının güçlenmesine yol açtı. O dönem, İttihatçılar içinde Türkçü kavramı yaygın bir kullanıma sahip değildi. Bunun yerine Osmanlı kavramı kullanılıyordu.

İttihatçıların literatüründe Osmanlı ifadesi önceleri bütün Osmanlı devlet sınırları içindeki uluslar için kullanılıyordu. Zamanla, Osmanlı ile Türkler veya asimilasyonla Türkleştirilebileceği düşünülen Müslümanlar için de kullanılmaya başlandı. 1911’den özelikle de Balkan savaşlarından sonra Osmanlı/Osmancılık terk edilerek Türk/Türkçülük/Turan öne çıkarılmaya başlandı. Ermeni örgütleri, Narodinkler başta olmak üzere Rus devrimcilerinden güçlü biçimde etkilenirken İttihatçılar ise aynı şekilde kuruluşlarından itibaren Ermeni devrimci örgütlerinden etkilendiler. İttihatçılar hep Ermeni örgütleriyle ilişki içinde oldu. Ermeni Anayasası’ndan açık ve gizli örgütlenmelerinden silahlı mücadele biçimlerinden öğrenip örnek aldılar. Yer yer Ermeni örgütlerden yardım da aldılar. İTC, ayrılıkçı eğilimin gelişmesini engelleyeceği öngörüsü ile Ermeni reformlarını savundu. “Sovyet araştırmacıları, İttihatçıların Doğu’da Ermenilerden Kürt feodallerinin gasp ettikleri toprakların Ermeni köylerine iade edilmesini vaat etiklerini açıkça kaydediyorlar.”(2)

“1907 yılında, Taşnaksuyun ile İttihat ve Terraki örgütü Abdülhamit’e karşı birlikte mücadele etme kararı aldı. Bu, devrimci hareket için büyük bir ilerleme demekti.”(3)

BEKLENTİLERİ KARŞILAMAYAN DEVRİM

İttihatçıların girişimiyle patlak veren 1908 Devrimi, Ermeniler başta olmak üzere ezilen uluslar, halklar ve onların öncü örgütleri tarafından desteklendi. 1908 Meclisi Türklerin yanı sıra Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Bulgar ve Yahudilerin de bulunduğu çok uluslu bir meclisti. İlk meclis, aynı zamanda İttihatçılar, Türk/Müslüman liberaller Taşnak, Hınçak, Bulgar ulusal devrimcileri ve sosyalistleri ile bağımsızlardan oluşan politik çoğulculuğa da sahipti. Oysa resmi ideoloji, cumhuriyetten önceki ilerlemeleri inkar ederek 1908’deki bu ulusal teslimiyetteki zenginliği ve politik çoğulculuğu yok sayar çok partili dönemi 1946’dan başlatır.

Soykırımdan kurtulan Sasunlu Yeğyazar Karapetyan (Doğum 1886) 1908 Devrimi’ni ve hissiyatını şöyle anlatır: “1908’de ilan edilen hürriyet, bütün siyasi mahkumları özgürlüklerine kavuşturdu, artık Ermeni, Kürt, Türk hepsi de eşit haklara sahip olacaklardı. İttihat ve Terakki Partisi ve Taşnak Partisi’nin imzaladığı Kardeşlik Paktı’na göre, Ermeni kurtuluş mücadelesine son verilecekti ve Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün milletler güçlerini birleştirip vatanseverlik ruhuyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kabul ettiği anayasayı ve onun ilerici kanunlar koyan yeni hükümetini sadık bir şekilde koruyacaklardı. Özel bir genelgeyle fedailer Muş’a davet edildiler. Ruben öncülüğünde gerilla grubu silahsız olarak ortaya çıktı. Her yerde sevinç çığlıkları duyuluyordu. Hürriyet Yasası’yla Ermenilere karşı onur kırıcı davranışlarda bulunmaya, dayağa, küfürlere, yağmaya, hırsızlığa ve küçümsemeye son veriliyordu. Benzer davranışlarda bulunanlar en sert cezalara, hatta ölüm cezasına çarptırılıyordu. Her iki halka da tam güvence veriliyordu. Ermenilere serbestçe oy verme kendi temsilcilerini seçme ve önerme hakkı veriliyordu. Bu, batı Ermenilerin yaşamında bir yeniden doğuş idi. Yeni seçilmiş parlamento ilk oturumunda bir dizi kanun kabul etti, bunlar arasında Ermenilerin Osmanlı ordusunda görev yapmak üzere askere alınmaları da vardı.” (4)

Ancak bu olumlu hava uzun sürmeyecekti. İttihatçıların Ermeni örgütleriyle ilişkileri güvensiz ve temkinliydi. Ermeni örgütlerin aynı derecede politik uyanıklığa sahip oldukları söylenemez. İttihatçılar devrimden sonra Ermeni devrimci ve demokratların artık mücadeleyi bırakmalarını, kaderlerini ittihatçıların ellerine bırakmayı salık veriyorlardı. Devrimin ilk günlerinde kutlama için İstanbul’da kitle toplantısı yapan Ermeni kuruluşlarının davet ettikleri ittihatçı kadrolar yaptıkları konuşmalarda üstü örtük tehditler ve uyarılarda bulunmayı ihmal etmiyorlardı. İttihatçıların dayandığı Türk burjuva sınıfın güdük oluşu “Osmanlı birliğini koruma” ve “devleti kurtarma” kaygıları iktidara geldikten sonra hızla halktan kopma ve ezilen uluslarla aralarına mesafe koymalarına yol açtı. Onlar da “özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet” (hürriyet müsavat uhuvet adalet) şiarı, Osmanlı’yı ve devleti korumaya hizmet ettikleri oranda bir değeri vardı. Gerektiğinde bu şiarları rafa kaldırabileceklerini, kıyıcı zalim bir iktidara dönüşebileceklerini devrimi takip eden üç- beş yılda gösterdiler. Meclis-i Mebusan yeniden açıldığında, 1876’dan beri resmi dil olarak kabul edilip kullanılan Türkçenin yanı sıra Yunanca, Ermenice ve Arapça’nın da resme dil olması önerileri oldu. Bir dönem bu tartışmalar sürdü, İttihatçıların karşı çıkmasıyla bu öneriler kabul edilmedi. Mecliste, Rumların ve Ermenilerin nüfus oranına paralel biçimde daha fazla temsil edilmelerinin önünün açılması önerileri de yine ittihatçılar tarafından reddedildi. Bunları, ittihatçıların egemen Türkçü ve antidemokratik refleksleri olarak da okumak gerekir. İttihatçıların devrimin derinleşmesini engellemeye dönük yaptıkları ilk hamle aynı yılın Ekim’inde çıkarılan Tatil-i Eşgal Kanunu’yla grev hakkının sınırlandırılması oldu. Sonrasında, gazeteci Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi ve Adana katliamındaki rolleriyle gericileşmesinin başkaca sinyallerini verdi. Bunlardan Adana katliamı, İttihatçılarla Ermeniler arasındaki ilişkiler açısından önemli bir dönemeç noktasıydı

1909 ADANA KATLİAMI

Adana’da, pamuk tarımı ve ticareti Ermenilerin elindeydi. Bölgenin varlıklı ailelerin önemli bir kısmı Ermeni’ydi. Ağırlıkla zanaatçılıkla uğraşan Ermeniler iktisadi olarak görece iyi bir konumdaydı. Bu durum, geçmişten beri Türk-Müslüman burjuva feodal yerel egemenleri rahatsız ediyordu. 1908 Devrimi’yle birlikte Ermeni düşmanlığı daha da arttı. Ermeniler ise devrimin getirdiği kazanımları yetersiz buluyor daha da genişletilmesini istiyordu. Bu koşullar altında Türk/Müslüman burjuva feodal egemenler “Ermeni krallığını tekrar ihdas etme” amacı taşıdıkları propagandasına hız vermişlerdi. “31 Mart 1909’da, Adana Valisi başkanlığında vilayet meclisi oturumu gerçekleşti burada Ermenilerin yok edilmesi kararı alındı. Kırıma başlanması yönünde taşraya gizli yazılar yollandı. Kırım öncesi iktidar çevreleri Müslüman ahaliye büyük ölçüde silah ve mühimmat dağıttılar, yüzlerce katili hapishanelerde serbest bıraktılar.”(5)

Ermenilerin Paskalya Haftası etkinlikleri yaptıkları 1-3 Nisan’da, Ermeni mahalleleri ve çevre köylerine saldırılar kışkırtılarak Ermeni/Müslüman çatışması yaratıldı. 12-14 Nisan’da yeniden başlayan çatışmalar çevre kasabalara da yayıldı. Miss İncirlik Ceyhan (Hamidiye) Osmaniye Tarsus Sis’e de (Kozan) sıçrayan çatışmalarda, Ermeni mahalleleri ve köylerinde dükkanlar yağmalandı ve ateşe verildi. Kadın çocuk demeden Ermeniler linç güruhları tarafından katledildi. Muhtemelen o sırada İstanbul’da patlak veren karşı devrimci silahlı ayaklanmanın duyulması saldırganları daha da cesaretlendirmiştir. Katliamının planlı ve organize olduğunun bir diğer kanıtı da İçişleri Danışmanı Adil Bey’in bölgedeki memurlara gönderdiği telgrafta yazılanlardı. Telgrafta açıkça yer alan”yabancı dini kuruluşlara ve konsolosluklara zarar gelmemesi için büyük bir özen gösterilsin”(6) ibaresiyle hedefin sadece Ermeniler olduğunun altı çiziliyordu.

“İki Ermeni gencin öldürüldüğü 13 Nisan’dan beri Müslümanların dükkanlarına bir zarar gelmemesi için beyaz tebeşirle işaretlenmesi, hükümet yetkilileri de dahil bütün Müslümanların fes yerine sarık giymeleri, Payas Hapishanesi’nden üç bin tutuklunun silahlandırarak salıverilmesi, Ermeni tarafında kasıtlı ve planlı olduğunun karinesi olarak görülüyordu.” (7)

Hareket Ordusu gelecek bahanesiyle Ermenilerin elindeki silahlar toplanarak devlet yetkililerine teslim edilir. Bu noktadan sonra Ermeni katliamı daha da boyutlanacaktır. 23 Nisan’da Hareket Ordusu’nun bir bölüğünün kentte girmesine rağmen olaylar devam eder. Bu arada Musa Dağ, Dörtyol, Hacin, Sis, Zeytun (Süleymanlı), Şeyh Murat, Fındıcak gibi kazalarda katliamın daha da büyümemesinin nedeni, Ermenilerin güçlü ve etkili bir öz savunma hattında direniş örgütleyebilmeleridir. Olayın tanıklarından Tonit Gabriyel Tonikyan (Doğum 1898) direnişi şu cümleyle anlatır. “Biz Musa Dağı’nda, yedi köyünün Ermeni ahalisi tedbir aldık, geceleri nöbetçi yerleştirdik.”(8) Hovhonnes Abelyan (Doğum 1903) ise tanıklığını “1909’da Adana katliamı yaşandığında Şayban Ağa Kırbin başıbozuk toplamış ve Kesab’ı yağmalamaya gelmişti. Orduya varmıştı. Biz, direniş göstermeye başladık Aşağı Es Güran Köyü’nde çatışma çıktı dört beş saat sürdü, direndik. Sonunda bizimkiler şöyle dediler: Devam etmek artık imkansız, silah yok haydi kaçalım, kıyıdaki Kesab’a gittik.” (9) sözleriyle dile getirir.

Ayrıca Müslümanların hepsinin katliama katılmadığı bazı yerlerde Ermenileri korumaya çalıştıkları ve bu yolla katliamı sınırladıkları kayda geçen veriler arasında yer almaktadır. Bir başka Ermeni Tanık Mikail Kaşenyan’nın (Doğum 1904) dehşet dolu katliam günlerinin nasıl sonlandırıldığına dair anlatımı şu şekildedir. “O dehşetli geceye, Türkler Camış (Manda delirdi) adı verildi. Zira, gerçekten de Sultan çıldırmıştı. Onun emriyle insanları boğazladılar, 30.000’e yakın Ermeni’yi katlediler, evleri yakıp yıktılar, küle çevirdiler. Herkesi toplayıp Adana Irmağına götürdüler Sultan Hamit’e haber gönderdiler, ‘Bütün Ermenileri toplayıp ırmak kenarına getirdik, emri bekliyoruz’ diye. Bir tarafta su, öbür tarafta ateş. Babam beni kucaklamıştı. Olanları omzunun üzerinden seyrettiğimi hatırlıyorum. Annem de bizimleydi bizi ırmağın kenarına doldurmuşlardı. Sultan’dan emir geldi. At emri. Bize de ‘Padişahım çok yaşa’ dedirttiler. Eve döndük ama öldürülenler öldürülmüştü.”(10)

Hükümet, resmi bir rapor hazırlayıp Meclise sunması için iki mebusu Yusuf Kemal Bey ve Hagop Papikyan’ı Adana’ya yolladı. Ancak bu iki mebus aralarında anlaşamadıkları için ortak bir rapor hazırlayamazlar. Hagop Papikyan raporunu bitirdikten hemen sonra şüpheli bir biçimde ölür. Bir çok kaynak zehirlenerek öldürüldüğü üzerinde durur. Raporda, Papikyan “Katliamların yerel makamların bilgisi dahilinde ve emriyle düzenlendiği apaçık ortadadır” demektedir. (11)

Tarihçi yazar Ayşe Hür, raporun 1992’de Kilikya gazetesinde yayınlanan Türkçe metine dayanarak 21 bin Ermeni’nin öldüğünün ifade edildiği belirtmektedir. Ermeni araştırmacı yazar Pr. Verine Svazlıan ise aynı raporun 1919’da Ermeniceye çevrilerek yayınlanmış metinden “Kurban sayısı 30.000’e ulaşmakla kalmıyor”(12) alıntısını yaparak başka bir rakam veriyor. Sonradan Adana Valisi olarak atanan Cemal Paşa ise aralarında 17 bin Ermeni ile 1850 Müslüman’ın ölümünden bahseder.

“Uzun bir süreçten sonra tutuklu bulunan 130’u Müslüman, 95’i gayrimüslim (çoğu Ermeni) 225 kişiden dokuz Müslüman, altı Ermeni suçlu bulunarak 10 Haziran 1909’da idam edildi. İdamdan sonra olaylar devam etmiş, ortalık ancak Ağustos ortalarında Adana’ya Vali olarak atanan Cemal Paşa’nın 47 Müslüman ile bir Ermeni’yi daha idam ettirmesinden sonra durulmuştu.”(13)

13 Nisan 1909’da İstanbul’da patlak veren karşıdevrimci silahlı ayaklanma sonrası ittihatçıların yaptığı ortak cephe çağrısına Taşnak da katılır. Adana katliamından sonra Taşnak içinde ittihatçılara güvensizlik belirten bir grup oluşur. Bu grup, katliamda İTC’nin rolü olduğunu savunur. Taşnak’ın çoğunluğu ise Adana katliamında Abdulhamit, dincileri ve liberalleri sorumlu tutar. Ama yine de İttihatçı ve Taşnak ilişkisi 1909 sonrasında stratejik işbirliği düzeyine çıkmış her iki parti ortak yayımladıkları deklarasyon ile meşrutiyeti koruyacaklarını ilan etmişlerdir. İki parti arasındaki ilişki 1911 Taşnak Kongresi’ne kadar devam etmiş, 1912 yazı ile birlikte ilişkiler tümüyle bozulmuştur.(14)

Sosyalist Hınçak ise Taşnak’ı, İttihatçılarla girdiği ilişkilerden ve onun politikalarına fazla bel bağlamasından dolayı eleştirdi. Bu duruşundan dolayı Hınçak’ın Ermeniler arasında örgütlülüğü ve siyasi etkisi arttı. Adana katliamının Abdülhamit yanlıları başta olmak üzere Türk/Müslüman burjuva feodal yerel egemenler ve İttihatçıların ortak organizasyonu olduğunu söylemek yanlış olmaz. İttihatçıların katliamla ilgili merkezi kararı olmayabilir. Zira bu dönem, Osmanlı Balkanlarında Bulgarları göçe zorlamak için çeteci saldırgan bir politika izlemekle birlikte henüz Anadolu’nun homojenleştirilmesi gündemde değildi. Adana ve çevresindeki İttihatçı kadroların merkezden bağımsız olarak katliamlara ortak olduklarını düşünmek akla yatkın olanıdır.

KÜRDİSTAN’DA ÇÖZÜLEMEYEN ÇELİŞKİLER

İttihatçılar, 20. yüzyılın ilk yıllarında Kürdistan’da da örgütlenmeye başlamışlardı. 1908 Devrimi’ne kadar esas olarak kentlerde olmak üzere okumuş aydın, yarı aydınlar ve esnaf üzerinde belli bir örgütlülüğe ve siyasi etkiye ulaştılar. İttihatçı kadrolar Ermeni örgütleriyle de temas içindeydiler. Kürt ağalarına ve Hamidiye ağalarına ise mesafeli duruyor, yer yer de tepki koyuyorlardı. 1905 Temmuz’unda ve 1907 Kasım’ında Ermenilerin de şikayetçi olduğu İbrahim Paşa’nın Diyarbakır’da yaptığı eşkıyalıkları protesto etmek için telgrafhane işgal ettiler. Ziya Gökalp’ın da içinde bulunduğu ikinci işgal, 11 gün sürdü bu eylem sonucu Abdülhamit, İbrahim Paşa’yı sürgün ederek ve talan ettiklerini iade edilmesi kararını almak zorunda kaldı. Devrimi takip eden bir kaç yıl içinde İttihatçıları meşgul eden bir mesele de toprak sorunlarıydı.

Ermeniler, son 20-30 yılda zorla gasp edilmiş topraklarını geri istiyorlardı. Yurtdışına ve kentlere göç etmek zorunda kalmış Ermeniler de devrimin yarattığı umudun etkisiyle köylerine dönerek gasp edilmiş arazilerini geri almak için mücadeleye giriştiler. 1908-1910 arasında Osmanlı hükümeti ve yerel yöneticiler, toprak meselesine adil bir çözüm getirmek niyetindeydi. Komisyonlar kuruldu, davalar açıldı, takibatlar başladı. Toprakların sınırlı bir kısmı asıl sahiplerine iade edildi. Hüseyin Paşa gibi önde gelen toprak yağmacılarına tutuklama çıkarılması vb. önlemler, Kürt ağalarıyla İttihatçıları karşı karşıya getirdi. Birçok yerde gerginlikler ortaya çıktı. Kısa sürede İttihatçılar toprak meselesinin kolay çözülebilir bir mesele olmadığını anladılar. “Gergin olan sadece Ermeniler ile toprak talep ettikleri ağalar arasındaki ilişkiler değildi. Hükümet ve toprakları topun ağzında olan Kürt reisleri arasında da büyüyen bir husumet oluşmaktaydı. (Aşiret) reislerinin hoşnutsuzluğu hükümette ciddi bir isyanla karşı karşıya kalma korkusunu uyandıracak kadar büyüdü. (15)

Böylesi bir ortamda, Kürt aşiret reislerinin Rus Hükümet görevlileriyle görüştüklerine dair duyumlar alınca Kürtleri kaybetme riskiyle karşı karşıya olduklarını düşünmeye başladı. Toprak meselesinde politikalarından geri adım atarak İttihatçı hükümet Kürt toprak ağaları 1910’da eski statükoda anlaştılar. . Zira önemli Müslüman nüfusa sahip ve jeostratejik bir bölgeyi tutan Kürtleri kaybetmeyi göze alamazlardı. Toprak meselesinde İttihatçılar II. Abdülhamit çizgisine geri dönerken yine mağdur olan toprakları gasp edilmiş Ermeni köyleri oldu. Beklenti içinde olan Ermeni köylülerde tepki ve hoşnutsuzluk arttı. Bu sefer Ermenilerle İttihatçıların arası açılmaya başladı. Balkan savaşlarından sonra Ermeni karşıtı politika, İttihatçılar için bilinçli bir tercihe dönüştü. Diğer gelişmelerle de birleşerek daha fazla Türkçülüğe kaydılar. Ermenilerin 19. yüzyılın ikinci yarısında Babıali’ye kadar taşınan can ve mal güvenliğinin yanı sıra zorla el konulan toprakların geri verilmesi ve toprak reformu vergilerin azaltılması ve genel af talepleri, 1890’lardan beri somut eylem ve isyanların konusu haline gelmişti. Bu talepler, Hınçak ve Taşnak partilerinin programlarında da yer alıyordu. 1908 Devrimi’yle birlikte çifte vergi uygulamalarına son verildi.

Devlet yöneticilerin keyfi biçimde kendileri ve hayvanları için karşılıksız yiyecek tahıl vb. ürünlere el koyma uygulamalarında da uzun süre olmayan bir iyileşmeyen söz edebiliriz. Genel afla birlikte tutsaklar serbest bırakıldı. Fedailer dağlardan indi. (Ermenilerin silah bulundurmaları ve taşımaları yasak olduğundan güvenlikleri için kendini halka ve ulusal devrimci/demokratik mücadeleye adamış fedailer olarak adlandırılan gençler silahlıydı. Bunlar, köylere yakın dağlarda ve devlet güçlerinin olmadığı zamanda köylerinde konumlanıyor, saldırılara karşı köylüleri koruyor isyan ve direnişlerde öne çıkıyorlardı. Devrimci örgütlerle de ilişkili olan bu fedailer, afla birlikte kutlamalar eşliğinde köylerine indi.) Hamidiye Alayları kaldırıldı, devlet yöneticileri can ve mal güvenliğinin sağlanması için iki-üç yıllık bir çabaları oldu. Ancak bu durum da uzun sürmedi. İttihatçılar yüzünü Kürt ağalarına ve beylerine dönünce, Hamidiye Alayları, Hafif Süvari Alayları adı altında yeniden kuruldu. İttihatçıların değişmeye başlayan politikalarına paralel olarak devlet yöneticilerin Ermenilere yaklaşımı da değişmeye başladı. “Kürtlerin konumu ve Ermeni hareketliliği İttihat ve Terakkiye hem bazı yöntemleri getiriyor hem de uygulamalarındaki zigzagları açıklamaya yardımcı bir rol oynuyor.

1906’da yeniden ve asıl kuruluşunda hem Kürtler hem de Ermeniler, İttihat ve Terakki’ye büyük umutlar bağlıyorlar ve bu umutları 1908 Devrimi ile daha da artıyor. Fakat devrimden hemen sonra, Sovyet araştırmacı yazar Lazorev’e göre devrimden hiçbir iz kalmıyor. Bunu JönTürklerin dayandıkları burjuvazinin zayıflığına bağlayan profesör Lazarev bir de şunları yazıyor: “Ulusal politika alanında İttihatçılar, Abdülhamit’in gerçek mirasçıları olduklarını gösterdiler ve ondan merkezileştirici ve asimilasyoncu eğilimleri devraldılar.” Gerçekten de Kürtler ve Ermeniler Hamit karşıtlığı ve jönTürk yandaşlığıyla yağmurdan kaçarken doluya yakalandılar.

İttihatçılar ulusal alanda Hamit çizgisini daha cüretle ve şiddetle uygulamaya koyuldular.”(16)

1910-1912 yılları arasında Ermeni köylülerin durumu yavaş yavaş yeniden kötüleşmeye başladı. Balkan savaşlarından sonra ise bütün Osmanlı Ermenilerinin durumu köklü olarak değişikliğe uğradı. İttihatçılar, hemen hemen bütün temel unsurlarıyla Ermeni sorununda Abdülhamit’in politikalarına geri döndü. Hatta zaman içinde daha da ileri giderek Abdülhamit’i de geride bile bıraktılar. Abdülhamit döneminde 1890’larda Babıali’de altı Doğu ilinde yaşayan Ermenilerin güneye sürülmesi tartışılmış, ancak o günkü uluslararası koşullarda bunun gerçekçi olmayacağı düşünülerek rafa kaldırılmıştı. Abdülhamit, topyekün bir sürgünü gerçekleştirecek uluslararası koşulları yakalayamamıştı evet. Ama İttihatçılar emperyalist paylaşım savaşının yarattığı kargaşadan da yararlanarak topyekün bir kırıma/soykırıma girişmekten geri durmadılar.

DİPNOTLAR

1- Erdem Halitoğlu, 100. Yıl Dönümünde 1908 Devrimi, T. Doğrultu, sayı 36
2- Yalçın Küçük, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 6. cilt sayfa 183
3-Erdem Halitoğlu- 100. Yıl Dönümünde 1908 Devrimi, T. Doğrultu, sayı 36
4- Prof. Dr. Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı
5- Age.
6- Age.
7- Ayşe Hür, Öteki Tarih, I. Cilt
8- Prof. Dr. Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı
9- Age.
10-Age.
11-Age.
12-Age.
13 Ayşe Hür, Öteki Tarih, I. Cilt
14- Canet Kleine, Hamidiye Olayları
15- Işık Kutlu-Ermeni Sorunu Üzerine
16-Yalçın Küçük, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 6. cilt sayfa 183