Komşular arası savaş: Çıkış yolu var mı?

[ A+ ] /[ A- ]

Ronald Grigor Suny

Peki, bir zamanlar bir başka ülkenin (Sovyetler Birliği) çatısı altında görece barışçıl bir komşuluk ilişkisi içinde yaşayan iki ülke arasında, bu ölümcül savaşın olmadığı bir gelecek hayal etmeye çalışan yazarların yalnız sesleri? Onlara kimse kulak veriyor mu?

Ermenistan gibi küçük ve savunmasız bir ülke, Azerbaycan gibi, kendisinden daha büyük, daha zengin olan bir komşu ülkeyle çatışmaya girdiğinde; Türkiye gibi, kendisine hasmane tavır gösteren başka komşuları da varsa, halkın, devletin politikalarını sorgulaması son derece zor oluyor. Ancak Ermenistan, canlı sivil toplumuyla, ülke mafyatik liderlerin denetimi altındayken bile hükümeti eleştirmekten asla geri durmayan, etkin ve korkusuz vatandaşlarıyla dikkat çekiyor. Michigan Üniversitesi’ndeki öğrencilerimizden Arakel Minassian, kısa süre önce yazdığı yüksek lisans tezinde, Ermeni yazarlar tarafında kaleme alınmış olan ve Ermenilerin, Karabağ konusunda Ermenistan ile Azerbaycan arasında süregiden ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen savaşa bakışındaki hâkim anlatıya karşı çıkan kısa edebiyat eserlerini inceledi. Odaklandığı eserler, 2010 yılında yayımlanmış, Hampartsum Hampartsumyan imzalı, ‘Yergu Jam’ adlı öykü ile, 2016’da yayımlanmış, Karen Ğarslıyan imzalı, Aterazma: Dbakrayin film [Aterazma (uydurma bir kelime): Tipografik film] başlıklı deneysel metindi. Çalışma, savaşın Ermeni toplumu ve Ermenilerin zihniyeti üzerindeki etkilerini eleştirel bir yaklaşımla değerlendiren edebî seslerin ne kadar az olduğunu ortaya koyuyordu.

2018 yılında, Ermenistan’da halk Gümrü’den Yerevan’a yürümüş ve otoriter hükümet istifa edip, halkın desteklediği, demokratik bir hükümet seçilene kadar protesto gösterileri yapmıştı. Başbakan Nikol Paşinyan’ın kurduğu hükümet, devlet memurlarının rüşvetçiliğine ve ekonomide –otoriter rejimden demokrasiye geçişin yaşandığı bu hassas dönemde bile– güç gösterisine devam eden ‘oligarklar’ın yarattığı yozlaşmaya son vermek için büyük uğraş verdi. Bu yetmezmiş gibi, Ermeniler, en çok ihtiyaç duydukları müttefikleri olan Rusya’nın uzakta olduğunu, Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığını, kendi çıkarlarını gözeterek hareket ettiğini ve bu çıkarların Ermenistan’ın çıkarlarıyla her zaman örtüşmediğini de hesaba katmak zorunda.

Yeni hükümet

Ermenistan’daki yeni demokratik hükümet, Ermenilerin çoğunun taşıdığı milliyetçi fikirleri paylaşıyor. Küçük, mazlum bir ulusun hikâyesini anlatıyorlar – 105 yıl önce soykırım kurbanı olmuş bir ulusun 20. yüzyılda hayatta kalıp yeniden ayağa kalkışının, yakınındaki ve uzağındaki güçlü devletlerin elinde sürekli olarak ihanete uğrayışının hikâyesini… Ermeniler “Kimse kimseyi kara kaşı, kara gözü için sevmez” der ve hayatın bir ölüm-kalım mücadelesi olduğuna, insanın kendine ve vatandaşlarına güvenmeyi öğrenmesi gerektiğine inanırlar. 19. yüzyılın büyük romancılarından Raffi, halkını “Ne mutlu nefret edebilene… Nefret edemeyen, sevgiden mahrum kalır”, “Silah kullanamayana, kan döküp insan öldürmeyi beceremeyene ‘Senin özgür olmaya hakkın yok’ denir” gibi sloganlarla cesaretlendiriyordu. [‘Khent’ (Deli) adlı romanından, 1881]

Sovyetler Birliği’nin son yıllarında (1988-1991) Dağlık Karabağ konusunda uyuşmazlıklar yaşanmaya başladığında, birçok Ermeni, çatışmaların devamında gelen savaşı tarihin merceğinden bakarak yorumladı. Olup biteni yeni bir soykırım olarak gördüler; Azeriler, Osmanlı Türkleri gibiydi. Azeriler Sumgayıt (1988) ve Bakü’de (1990) Ermenilere saldırdığında, bu pogromlar Ermenilerin 1915’te uğradığı katliam ve tehcirle ilişkilendirildi. Azerilere göre ise, suçlu olan ve çatışmayı başlatan taraf Ermenilerdi; Ermeniler Azerbaycan topraklarını alıp Müslüman halkları oradan sürmüştü. Savaş, arada ateşkesler ve ardından karşılıklı öldürmelerin yeniden başlamasıyla, diğer tarafın ‘gaddarlıkları’na dair suçlamalarla, otuz yıldan uzun bir süre boyunca devam etti. 1994 yılında Rusya’nın araya girmesiyle yapılan ateşkes 2016’nın Nisan ayında ihlal edildi; Dört Gün Savaşı’nda yüzlerce asker ve sivil öldürüldü. 12 Temmuz 2020’de, öğleden sonra, Ermenistan ve Azerbaycan güçleri bir kez daha karşı karşıya geldi ve iki hafta boyunca birbirinin üslendiği yerleri bombaladı. Türk yetkililer Azerbaycan’la dayanışma mesajları verdi. Bakü’de, hemen hemen tamamını genç Azeri erkeklerin oluşturduğu, yaklaşık 30 bin kişilik bir kitle “Karabağ bizimdir”, “Karantina bitsin, savaş başlasın”, “Başkumandan, silah ver bize”, “Ya Karabağ, ya ölüm” sloganlarıyla yürüdü.

Tarih kimden yana, uluslararası hukuk kimden?

Gösteriler Başkan İlham Aliyev’in rejimini tehdit edecek boyutlar alınca, protestocular silahlı güçler tarafından dağıtıldı.
İki ülke arasında gerçek bir savaş çıkması, hâlâ tehlike arz eden bir olasılık. Ermeniler, tarihî vatanlarının bir parçası olarak gördükleri Karabağ’ı bırakmamakta kararlı. Uluslararası hukuk Azerilerin yanında; onlar da, devletlerinin sınırları içinde yer alan bir topraktan vazgeçmeyi reddediyorlar. Burada iki ilke çarpışıyor: Kendi kaderini tayin hakkı ve toprak bütünlüğü ilkesi. Bunların ilki, çatışma öncesindeki yıllarda –ve hâlâ– Karabağ nüfusu içinde büyük çoğunluğu oluşturan Ermeni tarafının lehinde; ikincisi ise, bağımsız bir ülkenin topraklarının başka bir ülke tarafından güç kullanılarak alınmasının önüne geçiyor ve Azeri tarafının lehinde. Yaşlılar arasında, bu tür çatışmaların olmadığı ya da duyulmaz kılınarak kamusal alandan uzak tutulduğu Sovyet zamanlarını nostaljiyle hatırlayanlar olsa da, her iki ülkede de nüfusun büyük bölümünü, bu çatışma ortamında, karşı tarafı canavarlaştırarak yetişmiş kesimler oluşturuyor. Aradan 30 yılı aşkın bir zaman geçti, 30 binden fazla insan hayatını kaybetti, yüz binlerce insan yaşadığı yerden zorla koparılıp mülteci oldu; çatışmanın çözümü hiçbir zaman bu kadar uzak görünmemişti.

Şiddet döngüsünü durdurmak

Peki, bir zamanlar bir başka ülkenin (Sovyetler Birliği) çatısı altında görece barışçıl bir komşuluk ilişkisi içinde yaşayan iki ülke arasında, bu ölümcül savaşın olmadığı bir gelecek hayal etmeye çalışan yazarların yalnız sesleri? Onlara kimse kulak veriyor mu? Bir çıkış yolu bulmaya, anlaşmaya varmak için ödün vermeye, müzakere etmeye ve çözülmesi imkânsız görünen bu meseleyi çözmeye hazır ve istekli olan birileri var mı? Ermeniler arasında da, Azeriler arasında da çoğunluk, ‘kötü öteki’ tarafından nasıl mağdur edildiğine, başlarına gelen korkunç şeylerde tek suçlunun ‘ötekiler’ olduğuna dair hikâyeler anlatıyor kendine. Şiddet döngüsünü durdurmak için, iki tarafın da yeni bir hikâye, daha uzlaşmacı bir anlatı bulması gerekiyor, fakat ne yazık ki henüz böyle bir şey yok ortada. İki tarafta da, hissedilen, umut değil acı.

Yozlaşmış bir hükümeti deviren demokratik Ermenistan, babası da diktatör olan bir diktatörün hüküm sürdüğü otoriter Azerbaycan’a karşı sınırlarını koruyor. Bakü’deki yönetici seçkinleri eleştirenler sürekli olarak hapse atılıyor. Gazeteler ve tarih kitapları amansız şekilde sansürleniyor. Ülkede etkili bir muhalefet yok. Azerbaycan’dan yeni bir anlatı çıkması pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, karşı karşıya olduğumuz soru şu: Ermenistan’daki popüler demokratik hükümet bu çatışmadan çıkmak için bir yol bulabilecek mi? Halkı için yeni bir gelecek yaratmak için kilometrelerce yürüyerek Yerevan’a giden Paşinyan ve destekçileri, ‘öteki’ni lanetleyen milliyetçi anlatıdan birkaç adım uzaklaşıp, Karabağ Temas Hattı’nın diğer tarafındakilerle müzakere yönünde adımlar atabilecek mi? Bunu yapmak, Paşinyan’ın iki yıldan biraz fazla bir süre önce Gümrü’de attığı ilk adımlar kadar büyük bir hayal gücü ve cesaret gerektiriyor.