Şimdi tatava yapmanın tam sırası!

[ A+ ] /[ A- ]

Karin KARAKAŞLI
Agos

Her biri akıl sağlığımızı ayrı ayrı tehdit edecek şeyleri olağan hayatın ritmi içerisinde ve sürekli yaşamanın getirdiği o garip, gergin uyuşukluk içindeyiz. Hani teller sürekli gerildiğinde, sonunda o daimi kopma noktası baskısından ötürü kendini koyverir ya, o hesap. Uyku uyku değil, uyanık geçen zamanın da kötü bir rüyanın gerçeküstü kurgusundan fazlaca bir farkı yok.

Gecelerden bir gece yine kim bilir hangi ses ya da görüntü kaydının yayınlanması beklentisi atmosferi doldurmuşken, Silvan’da, 10 yaşındaki Mehmet Ezer’in başından gaz fişeği ile vurulduğu haberi geldi. 269 gün komadan kalan ve bitkisel hayatta bir yaş büyüyen Berkin Elvan’ı kaybedişin acısı bu kadar tazeyken, yine bir çocuk fütursuz şiddetin kurbanıydı.

Bu nasıl bir nefret stoku ise, tüketilemedi gitti. Sadece polis şiddetinin, devlet katliamının değil, insan hoyratlığının da sonu yoktu. Bakalım hele bir, başından vurulan bir çocuğa üzülebilmenin gerekli altyapısı oluşmuş muydu? Çocuk Türk müydü, Kürt müydü? Ne işi vardı BDP miting alanında? Bir de vurulma haberinin birkaç dakika sonrasında CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Sarıgül’ün yaptığı o eşsiz yorumu hatırlasak ya: “Siyasette çocukları öne sürenlere de, çocukların olduğu topluluğa kontrolsüzce müdahale edenlere de hiçbir zaman saygı duyamayacağım.” Ne kadar da adil ve steril duruyor, değil mi? Sen çık, çocukluğu bir baskın, bir faili meçhulle çalınan, elindeki isyan taşıyla ‘terörist’ kılınan Kürt halkının coğrafyasını “Kontrolsüz güç güç değildir” şiarıyla eşle. Hepimizin her gün damardan siyasete, hırsızlık, yalan ve muhbirliğin en pis haline maruz bırakıldığımız bir ülkede, bu ne kadar rahatlatıcı bir kibir mesafesi böyle.

Aynı üsttenci tavrı, seçim döneminin özellikle de sonlarına doğru HDP seçmenini ve parti adaylarını CHP lehine tutum takınmaya ‘davet eden’ anlayışta da gördük. Kürt seçmenin geleneksel tercihlerine ilişkin bilimsel çalışmaları, uğruna canla bedel ödenmiş bir toplumsal hareketin haklı iradesini hiçe sayan; yerel siyasete ilişkin yerinden yönetim modeli kadar genel siyasete dair her farklıyı vitrin süsü olmaktan çıkarıp söz söyleyen, eylem koyan özne kılan bir Türkiye siyasetini de görmezden gelen bu kibir, korkunun ve kolaycılığının diğer adı. Ve bu had bildirmelerin HDP seçim bürolarına yönelik sistematik linç saldırılarından fazlaca bir farkı yok.

Edip Cansever’in şiirini yad ederek söyleyeyim:

Bir taş atarsın, taş nereye düşerse
Mutlaka bir köşebaşıdır
Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır
Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk
İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde
Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.

İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu
Yalnızlık bir başına kalmıştır.

Öyle dört bir yanı tutulmuş, öyle kuşatıcı, köşebaşı zamanlardan geçiyoruz. Acılarımız daha sönmeden, öfkemiz gıdım dinmeden yenileri ekleniyor. Katmerli keder coğrafyasında hayat her gün bir sağ kalma ve dayanıklılık mücadelesi. Dolayısıyla benim için seçim demek ölmemek, öldürmemek, kendi ve yekdiğerinin özgür hayatı için mücadele etmek demek.

Bütün bunlardan sebep, tatava yapmanın tam sırası. Hayat tam da üzerine basıp geçilmeyecek tali ayrıntılarda saklı. Ben o ayrıntıları Halkların Demokratik Partisi’nin çizgisinde buldum. Oyum da, hakkım da HDP’ye. Yarım porsiyon da değil, bütünüyle.