Almanya’nın Soykırım Kararı ve tepkiler üzerine

[ A+ ] /[ A- ]

Basına ve Kamuoyuna,

Federal Almanya Meclisi’nin 2 Haziran günü kabul ettiği Ermeni Soykırımı‘nı tanıyan yasa Alman İmparatorluğu’nun Ermeni Soykırımı’ndaki rolü ve özeleştirel kurgusu itibari ile benzerlerinden ayrılmaktadır. Soykırımdan 101 yıl sonra, Federal Almanya Meclisi milletvekilleri Almanya’nın ve Türkiye’nin kendi tarihleriyle yüzleşmesine gecikmiş bir kararla da olsa önemli bir katkı sunmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm baskı ve tehditlerine rağmen baskılara boyun eğmeyen tüm milletvekillerini ve özellikle de Türkiye kökenli milletvekillerini bu onurlu duruşlarından dolayı kutluyoruz. İlgili yasada da belirtildiği üzere Almanya Federal Cumhuriyeti’nin yüzleşme ve hesaplaşma yolunda üzerine düşen sorumluluklar yerine getirmesini umut ediyoruz.

Cem-Ozdemir

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde baş müttefiki olan, ordu başta olmak üzere hemen hemen her alanda Osmanlı’nın modernizasyon süreçlerini yürüten Almanya’nın kendi suç ortaklığını da itiraf ederek almış olduğu bu karar kuşkusuz inkârcı politikaları ve ezberleri derinden sarsmıştır. Kararın gerekçesi hem Alman arşivlerine hem uluslararası bağımsız kuruluşların ve bilim insanlarının çalışmalarına atıf yaparak yaşananları soykırım olarak tanımlamaktadır. Üstelik bu arşiv belgeleri yıllar önce kamuoyuna açılmış ayrıca hem Ermenistan hem Türkiye ile paylaşılmıştır. İnkârın tüm argümanlarını bertaraf eden bu tasarı karşısında inkârın en kaba haline dönmek bir zorunluluk halini aldı. Mehter marşı eşliğinde “En iyi Ermeni ölü Ermeni!” sloganları atarak Federal Almanya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğuna yürüyen güruh, “Tehcir yerindedir, bugün olsa yine yaparız!” diyen Devlet Bahçeli, “1915 olayları savaştaki sıradan bir olay” diyen Başbakan Binali Yıldırım ve elbette devletin en tepesinden Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Cem Özdemir’e “kanı bozuk” diyerek saldırması. Her biri soykırım belgesi niteliğinde ifadeler. Kuşkusuz inkârın bu kaba halinin hedefinde sadece iç politika olabilirdi. Yasa tasarısı gündeme girerken çalışmaya başlayan propaganda makinası yasa onaylandıktan sonra daha hızlı çalışmaya başladı. Birbirinin kopyası manşetler yine gazeteleri süsledi, birbirinin kopyası yazılar kaleme alındı. Meselenin özü tartışılmadan, hatta ilgili yasanın ne dediğine bile bakılmadan ezberler halka boca edildi.

Türkiye “Ermenilerinden” tepkiler

Tüm bu şarlatanlığın içerisinde Türkiye Ermenilerine de bir rol biçilmişti kuşkusuz. Öteden beri devlet tarafından bir çeşit rehine olarak görünen Türkiyeli Ermeniler’den bazıları ne yazık ki bu tiyatronun parçası olmaya kişisel menfaatleri oranında teşne vaziyettedir. Alman gazetelerine verdiği inkârcı röportajlarla AKP milletvekili Markar Esayan neden milletvekili seçildiğini cümle âleme bir kez daha ilan ederek perdeyi açtı. Onun bu çıkışında kuşkusuz kimse için şaşılacak bir durum yoktu. Bu tarz çıkışlar dozu günün siyasi konjonktürüne göre değişmekle birlikte devletin rehine politikası çerçevesinde sıkça başvurduğu yöntemlerden birisidir. Devletle muhatap olan vakıf yöneticilerinin veya dini liderlerin devletin inkârcı tezlerini yarım ağız da olsa destekleyen açıklamalar yapması yönünde zorlandığı artık kimse için bir sır değil. Fakat gelinen noktada vekillik adı altında patriklik makamını devlet desteğiyle fiilen işgal etmiş olan Başepiskopos Aram Ateşyan’ın Cumhurbaşkanına hitaben yazmış olduğu mektup her türlü teamül ve tahammül sınırının ötesindedir. Kişisel ikbal kaygısıyla kaleme alındığı son derece açık olan kendi halkının geçmişini ve acılarını inkâr eden bu metin toplumumuz vicdanında çoktan mahkûm edilmiştir. Halkın tepkisi karşısında çıkar çarkları döndürülmüş VADİP üzerinden mesele aklanmaya çalışılmıştır. VADİP’in toplumsal ve tarihsel gerçeklikten kopuk, ısmarlama açıklaması nasıl bir kurum olduğunun ve temsil ettiği zihniyetin sivil toplumdan ne anladığının özetidir. Bu metin ile Başepiskopos Aram Ateşyan ve destekçileri isimlerini tarihin utanç sayfasına bir daha silinmemek üzere kazımışlardır.

cumhurbaskani_erdogan_dan_aram_atesyan_a_mesaj_h10487_9825e

Ne yapmalı?

Son birkaç yılda yaşananlarla birlikte Ermeni Toplumunu idare ettiğini iddia eden kesim adeta karikatürleşmiştir. Rantsal dönüşüm projeleri ile birlikte yolsuzluk iddiaları hiç olmadığı kadar çok dillendirilmekte ve tüm sıkıntılar vakıf seçimlerinin yapılamıyor olmasına bağlanarak sorumluluktan kaçılmaktadır. Oysa esas sorun bir zihniyet ve sistem sorunudur. Bugün hem Türkiye toplumunda yaşanan yoğun yozlaşmanın Türkiye Ermeni toplumuna da yansıdığını hem de Türkiye Ermeni Toplumunun kamusal kurumlarının işleyişinin çağın gereklerini karşılamadığını kabul etmemiz gerekir. Sistemin ve toplumsal yapının sorgulanmadığı, farklı alternatif ve pratikler geliştirilmediği ortamda sadece patriklik veya vakıf seçimlerinin yapılması en iyi ihtimalle sorunlarımızın ötelenmesine sebep olacaktır. Nor Zartonk olarak 2010 yılında “Bozuk Düzende sağlam çark olmaz!” demiştik. Bu vesileyle geçtiğimiz 6 yıl boyunca defalarca kendisini doğrulayan ve hala güncelliğini koruyan bu bildirimizi bir kez daha sizlerle paylaşıyoruz. Umarız içinden geçtiğimiz süreç gerçek bir sorgulamaya yol açar ve yaşananlardan gerekli dersler çıkarılır. Bugün, temelde çağın gereklerine yani bilime ve rasyonel düşünceye dayanan, din adamlarının dünyevi işlere karışmadığı, yalakalığın ve riyakârlığın değil liyakatın, katılımın ve şeffaflığın esas alındığı, yüceltildiği bir sistem için mücadele etmek bir zorunluluk halini almıştır.

NOR ZARTONK / ՆՈՐ ԶԱՐԹՕՆՔ

Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz!

Nor Zartonk, 31.08.2010

https://www.norzartonk.org/bozuk-duzende-saglam-cark-olmaz/

Patrik II. Mesrob`un hastalanması ile birlikte yaklaşık iki senedir Türkiye Ermenileri’nin gündemini işgal eden Patriklik makamının akıbeti sorunu AKP hükümetinin müdahalesi ile geçtiğimiz haftalarda yeni bir boyuta evrildi.

AKP Hükümeti, Ermenistan’la imzalanan protokoller ile Kürt ve Alevi açılımlarındaki samimiyetsizliğini bu alanda da göstererek, Ermeni toplumunda kendi muhattabını kendisi yarattı ki bunun sinyalleri aylar öncesinden başbakan Erdoğan’ın yaptığı ikili görüşmelerde ve Aram Ateşyan’ın Kayseri Kilisesi’nde verdiği vaazda görülmüştü. Nihayet geçtiğimiz haftalarda AKP hükümeti, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun aracılığıyla Patrik II. Mesrob’un “halen hayatta olduğu, istifa etmediği, Patrik sıfatının devam ettiği, Patrik seçimine ilişkin düzenlemelerde Patriklik görevinin sağlık sorunları nedeniyle sona ereceği ve Eşpatrik seçimine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı”nın anlaşıldığını belirterek, “yeni Patrik seçimi yapılması veya Eşpatrik seçimi amacıyla müteşebbis heyet oluşturulmasının hukuki temeli bulunmamaktadır.” diyerek tavrını netleştirmiştir. Akabinde 1 Temmuz 2010 Perşembe günü Ruhani Kurul üyelerinin çoğunluğunun oyları ile Aram Ateşyan adeta yangından mal kaçırırcasına İstanbul Ermeni Patrikliği Patrik Baş Vekili seçilmiştir. Ermeni Toplumu nezdinde yoğun tepki ve eleştirilere neden olan bu durum bize ‘’gelenek’’ diye dayatılan sistemin köhneliğini bir kez daha deşifre etmiştir.

1863 Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesinden itibaren Türkiye Ermenileri Patriği iki kademeli bir seçim sistemi ile seçilmektedir. Yaklaşık 150 yıl önce yürürlüğe giren bu düzen gereğince, kabaca değerlendirmek gerekirse, halk delegeleri delegeler de patriği seçmektedir. Bu düzen bir din adamı seçimi için demokratik sayılabilecek bir yöntem olarak değerlendirilebilir. Fakat Osmanlıdan kalma patrikhanenin yapısı cumhuriyet döneminde devlet eliyle değiştirildikçe ve sivil işlerden sorumlu kurul ve meclisler lağvedildikçe oluşan boşlukları fiilen patriklik makamı doldurmuştur. Ermeni toplumu ise devletin baskısıyla sindirilmiş ve kendi haklarını talep etmeyen bir hale bürünmüştür. Böylece patriklik makamı bir çeşit sivil otorite merkezi haline gelmiştir.

Bugün her tülü eleştiri ve sorgulamadan uzak kutsallık zırhı kuşanmış bir patriğin dünyevi işlerle ilgilenmesini savunmak çağdışıdır. Bir halkoylaması yapılıyor olması işleyen sistemin demokratikliğini göstermeye yetmez. Ayrıca demokrasilerde sorgulanabilirlik ve şeffaflık gibi kavramlar seçim kadar önemlidir. Öte yandan bir kişiyi ömrü boyunca göreve getiren bir sistem asla demokratik adledilemez. Artık Patrik seçimle göreve geliyor diye Ermeni Kilisesini “sivil katılımlı demokratik kilise olduğu” iddiasına son vermenin zamanı gelmiştir!

Bu bağlamda Ermeni toplumunun aydın ve demokrat kesimlerinin almış olduğu tavır önemlidir. Demokratik bir alternatif yerine, bize ‘’gelenek’’ diye dayatılan, köhneleşmiş delegeli sistemi savunarak seçim istemek statükoyu korumaktır. Ermeni toplumunun ilerici ve demokrat kesimlerinin bozuk bir düzende sağlam çarkın olmayacağının farkına varmaları ve çok sesli temsiliyet kanallarını açmak adına adım atmaları gerekmektedir. Bir diğer yandan Ermeni toplumunun temsiliyetinin ve iç işleyişinin devlet politikalarıyla giderek anti-demokratik bir hal alması kabul edilemez!

Patriğin kısmen Türkiye Ermenilerinin oyuyla (ve kısmen de ruhani delegelerin oyuyla) seçiliyor olması, ona, Türkiye Ermenilerini her alanda temsil yetkisi vermez zira oy kullananların amacı bir temsilci seçmek değil bir patrik seçmektir. Aksi halde bu seçim yarışına ruhani olmayanların ve kadınların da girebilmesi gerekirdi. Aday olmak için aranan şartlar aynı zamanda aday olunan görevi tanımlar. Katolik, Protestan, Müslüman veya ateist Ermenilerin oy kullanamaması/aday olamaması da aynı noktaya işaret etmektedir. Devletin sadece patriği muhatap aldığı veya alacağı iddiası ise fiilen patriksiz geçirilen iki sene içerisinde yaşananlarla ve özellikle son atama ile tamamiyle çürümüştür. Devlet veya hükümet kim işine geliyorsa onu muhattap almaya meyillidir.

Devlet Dairesi Değil ‘Sadece’ Patrikhane…

Son bir aydır yaşananalar bize göstermiştir ki Türkiye Ermenilerinin acilen çözülmesi gereken kangrenleşmiş sorunları ne AKP Osmanlıcılığı ile ne de AB kolaycılığı ile çözülebilir.

Kürtleri muhatap almadan ‘Kürt Sorunu’nu çözeceğini sanan veya Alevi toplumunun sorunlarını Maraş Katliamı’nın bir numaralı sanığını muhatap alarak çözebileceğine inanan AKP hükümetinin, Ermeni toplumunun hassas olduğu bir konuda halkın iradesini, beklentisini ve talebini hiçe saymasına pek şaşırmadık. AKP muhatabiyet anlayışının kuklalık olduğunu bir kez daha göstermiştir. Türkiye’nin ezilen kesimlerinin kronikleşen problemlerini bu tarz bir muhatabiyet anlayışı ve millet-i hâkime psikozu ile çözmeye çalışmak, ucuz bir oy politikası ve Avrupa Birliği makyajından başka bir şey değildir.

Şüphesiz ki Türkiye’de “Millet-i Hâkime” psikozunda olanların yanı sıra ‘’Millet-i Sadıka’’ psikozunda olanlar da var. Sınıfsal durumları gereği kendi menfaatlerine zeval getirecek harektelerden kaçınarak hükümetin ya da derin devletin ‘’dümen suyuna giden’’ bir anlayış içerisinde olanlar ve onların işbirlikçileri toplumsal iflasın en büyük sorumlularıdır!

AKP hükümeti medya, sivil toplum, toplumsal muhalefet ve ezilen halklar üzerinde oluşturmaya çalıştığı mutlak iktidarı Ermeni toplumu üzerinde de oluşturmakta ve patrikhaneyi bir devlet dairesine dönüştürmektedir. Hem AKP hükümeti hem de onların Ermeni toplumundaki yandaşları bilmeliler ki Patrikhane devlet dairesi ya da Ermenileri sosyal ve siyasal alanda temsil eden bir yapı değil sadece dini bir kurumdur!

Çok Sesli İç İşleyiş – Çok Sesli Temsiliyet

Türkiye Ermenilerinin temsiliyet problemi olduğu aşikârdır. Ermeni toplumu ile ilgili kurumların azlığı, olanların ise dışa kapalı yapıda olmaları temsiliyet sorununun ana sebeplerinden biridir. Ermeni toplumu içerisinde daha fazla sivil kurumun hem kendi toplumlarını ilgilendiren konularda hem de Türkiye toplumunu ilgilendiren konularda fikir üretmeleri ve haklarını savunmaları hem çok sesli bir iç işleyiş hem de çok sesli bir temsiliyet yaratacaktır. Ermeni toplumun içerisindeki sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, vakıflar ile köy, meslek ve okul dernekleri yukarıda bahsettiğimiz çok sesli temsiliyetin atardamarı olmalıdır.

Türkiye Ermenileri hem kendi geleneksel kurumları içerisinde, hem de devlet nezdinde, gasp edilen hakları doğrultusunda daha yaşanabilir bir ülke için talepkar olmalıdır. Türkiye Ermenilerinin tek kurtuluş reçetesi; susmayarak ve sinmeyerek, Türkiye’deki demokratikleşme mücadelesine destek vermek, demokrat yapılar ile dayanışmak ve haklarını talep etmektir.

NOR ZARTONK / ՆՈՐ ԶԱՐԹՕՆՔ