”Barışın Kazanılması için Bütün Zeminleri Zorlayacağız”

[ A+ ] /[ A- ]

Demokratik Toplum Partisi’nden Engin Yardımcı ile Aralık ayında Nor Radyo’da (www.norradyo.com) gerçekleştirmiş olduğumuz röportajı yayımlıyoruz.

Nor Radyo’dan merhaba. Bugün yanımızda Engin Yardımcı var. Engin Yardımcı’yı dinleyicilerimiz hatırlayacaktır, Mart 2009 yerel seçimlerinde Demokratik Toplum Partisi’nden (DTP) Şişli Belediye başkan adayıydı. Kendisini ayrıca Türkiye Barış Meclisi Girişimi’nde de üyelerden biri. Engin Yardımcı ile DTP’nin kapatılması üzerine konuşacağız.

Sizin de bildiğiniz üzere iki buçuk milyona yakın oy almış ve son yerel seçimlerde bir çok belediye başkanlığını kazanmış bir parti olan DTP geçen hafta Cuma günü Anayasa Mahkemesi tarafından oy birliği ile kapatıldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?

Engin Yardımcı: Öncelikle merhaba, Nor Radyo dinleyicilerine saygı, selamlar, dinleyen herkese kucak dolusu sevgilerle selamlıyorum. Doğrusu son süreçleri herkes takip ediyordur, sanıyorum Nor Radyo dinleyicileri de yakından takip ediyordur. Biz kuruluşumuzdan bu yana barış, özgürlük talepleriyle ortaya çıktık, farklılığımız buydu. Bölgede 30 yılı aşkındır süren yoğun bir kirli savaş var. Bu kirli savaşta kimi kayıtlara göre 40 bin, kimi kayıtlara göre 60 bin insanımız hayatını kaybetti. Binlerce köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayetler yaşandı. Bununla beraber ciddi travmalar da yaşandı.

Fakat son süreçte, özellikle 2007 seçimlerinde 2 milyona yakın oy alarak 22 arkadaşımızı parlamentoya halkın temsilcisi olarak gönderdik, dolayısıyla parlamentoya girdikleri süreçten itibaren başta iktidar olan AKP hükümeti ve CHP, MHP hiçbiri partimizi muhatap almamakla beraber arkadaşlarımızla tokalaşmayı bile çok gördüler, bu süreç içerisinde hiçbir milletvekilinin, hiçbir partinin yaşamadığı haksızlığa maruz kaldı.

Dolayısıyla dokunulmazlık olmasına karşın bir çok arkadaşımız hakkında fezlekeler hazırlandı. Bir çok arkadaşımız ifadelere çağırıldı. Bir çok arkadaşımızın dokunulmazlığı tartışıldı. Dolayısıyla bu süreç aslında demokratik zemini seçerek parlamenter sisteme olan inancımızdan dolayı sorunu Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi’nde tartışarak, Kürt sorununun demokratik çözümünü esas aldık.

Yine kamuoyu yakından takip ediyordur bu süreçte partimiz olabildiğince gerçekten ötekileştirildi, yabancılaştırıldı. Olabildiğince marjinalleştirilmeye çalışıldı. Fakat son süreçte, özellikle 6-7 aydır süren “demokratik açılım”, “Kürt açılımı”, “milli birlik projesi” gibi bir çok adlandırmayla kamuoyunda bir beklenti ve bununla beraber DTP’yi de tasfiye, Kürt hareketini baskı altına almaya, küçültmeye, yedeklemeye çalışıldı.

Bu sürece başlarken de şunu demiş idik; “evet Türkiye’de gerçekten bu sorunu aşılması, özgürlük ve demokrasi sorununun barışçıl yollarla çözülmesi noktasında elimizden geleni, üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuzu dile getirmiştik. Fakat, başta AKP ve diğer Meclis’te bulunan parti liderleri bu sorunu sadece Kürt halkını oyalamaya, demokratik zemini daraltmaya yönelik bir takım “sözde” adımlarla götürmeye çalıştılar. Aslında ortada bir şey de yoktu. Hani bir paket, bir çözüm süreci de yoktu. Dolayısıyla yapmak istedikleri DTP’yi kendilerine yedekleyip, Kürt hareketini tasfiye edip, PKK’yi de, ‘’sayın Öcalan’’ı da marjinalleştirip, ötekileştirmeyi düşündüler. Fakat, bizler ilk günden itibaren, eğer gerçekten sorun çözülecekse, sorunun çözümüne katkıda bulunacaksa biz her koşulda elimizden geleni yapacağımızı dile getirdik.

Son günlerde açığa çıkan, aslında sorunun çözümüne yönelik değil, daha çok boğma daha çok daraltma idi ve bundan dolayı da hiç gündemde yokken bilindiği gibi iki hafta önce partinin kapatılması gündeme getirildi ve bu hafta gibi bir süre içerisinde Anayasa Mahkemesi hiç de hukuki olmayan, hiç de yasal olmayan bir kararla, bize göre siyasi bir kararla partimizin kapatılmasına oy birliği ile karar verdi.

Niye bu dönem olduğunu düşünüyorsunuz? Biliyorsunuz kararlar arasında Leyla Zana’ya da bir ceza kestiler. Oysa Leyla Zana’nın parti ile direkt bir ilişkisi yok.

EY: Doğrusu genel başkanımız Ahmet Türk’ün ilk Muş açıklamasında da bu vardı. 37 arkadaşımıza siyasi yasak getirildi. Bunlardan dördü şu an belediye başkanı halihazırda ve çok ilginç olan bir şey; Leyla Zana partinin kuruluşundan beri üyemiz olmayan bir arkadaşımız, Leyla Zana’nın söylemleri de kapatılma gerekçeleri içerisinde yer alıyor. Doğrusu gerekçeli karar henüz elimize geçmedi, henüz incelemedik ama kararın siyasi olduğunu biraz önce vurguladım, bu karar tamamiyle siyasi.

Zaten süreç o kadar kötü bir evreye girdi ki kapatmak için sadece ve sadece bir zemin gerekiyordu ve bunu da kendileri yarattılar. Yoksa açılımdan bahsederken, barıştan bahsederken, sorunun çözümünden bahsederken 2.5 milyon oy almış bir partiyi kapatmanın bir gerekçesi, bir mantığı da yok. Hatta o kadar komik ki, güya kendilerine göre “güvercin” olan iki arkadaşımızı siyasi yasaklı hale getirdiler, “şahin” dedikleri arkadaşlarımızın ise milletvekilliklerinin devamını istediler, hatta daha komiği işte bu arkadaşlarımızın bir grup kurması için çağrılar yapılıyor, Parlamenter sistemde devam etmeleri isteniyor. Düşünün, siz bir partiyi kapatacaksınız ama öbür taraftan başta başbakan ve diğer siyasi parti temsilcileri olmak üzere birçok kesim de ‘gelin partiyi kurun, parlamentoda devam edin’ diyor. Bu ne perhiz ne lahana turşusu? Bunu doğrusu biz de komik ve gülünç buluyoruz.,

Bu dönemde kapatma davasının sonuçlanmasını Tokat’ta yaşanan hadiselerle bağdaştırabilir miyiz?

EY: Doğrusu bağdaştırmıyoruz çünkü Tokat’ta yaşanan hadiselere benzer şeyler daha önce de yaşandı. İşte, 33 askerin ölümü vardı, Türkiye’de bir çok şey yaşandı. Sadece ona endekslemek doğrusu çok doğru da değil, çok mantıklı da değil. Çünkü Türkiye’de 40-50 bin insan ölmüş, yani her gün insanlar ölüyor, bugün daha Muş Bulanık’ta iki insan öldürüldü.

İnsanlar ölüyor, dolayısıyla bununla bağdaştırmak doğrusu çok doğru değil. Tokat’taki olayı sadece şoven bir histeriye dönüştürdüler. Daha çok linç kampanyalarının, daha çok halklar arasındaki şiddeti, savaşı körüklemenin vesilesi haline getirdiler. Yoksa Tokat’taki olay menfi bir olaydır. Çok tasvip edilmeyen bir olaydır ama bu sürecin tıkanmasına, partinin kapatılmasına gerekçe değildir. Zaten fezlekede de öyle bir şey yok. Cumhuriyet Savcısı’nın söylemi de değildir. Belki duygusal olarak etkilenen olmuştur ama Anayasa Mahkemesi bildiğiniz gibi 11 üyeden oluşuyor bu 11 üyenin oy birliği ile karar almasını gerektiren bir olay değildir.

Parti kapatma davasından önce Cemil Çiçek’in yaptığı açıklamalar var. İspanya’daki Batasuna partisini örnek gösterdi bu parti kapatma davasından önce ve DTP’sini de özellikle Anayasa Mahkemesi sonuçları açıkladıktan sonra Cemil Çiçek’e bir şekilde yüklendi bu konuda. Siz nasıl düşünüyorsunuz? Bir taraftan AKP’nin içindeki bazı insanlar kapatılmayı eleştirirken diğer taraftan abartılı bir milliyetçi şekilde DTP üzerinde baskı da oluşturuyorlar. Ne düşünüyorsunuz?

EY: Doğrusu Cemil Çiçek’in açıklamalarından tutun başbakanın açıklamalarına kadar hepsi birbiri ile paralel. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül son söylemlerinde sanki bir emniyet müdürü gibi “kim olursa olsun hepsini toplarız, götürürüz” mantığında açıklamaları var. Sorunuza gelecek olursak, başbakanın söylemleri de Cemil Çiçek’in söylemlerinden çok farklı değil zaten.

Dün başbakan bütçe görüşmelerinde siyasi partilerin kapatılmasına karşı olduğunu söylüyor ama hatırlanacağı üzere bundan 7 ay önce AKP’nin kapatılması gündeme geldiğinde Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç parlamentoya seslenerek bu sürecin mutlaka yasal olarak düzenlenmesini istemişti. Yani siyasi partilerin kapatılmasının anayasadan geçirilerek engellenmesini istemişti. AKP bu süreci atlattıktan sonra çoğunluğu olmasına rağmen bunu kapatmadı. Batasuna örneğine gelince, Cemil Çiçek ve başkası doğru incelememişlerdir. Hiç alakası olmayan bir şeydir. Dolayısıyla kararın siyasi daha önce de vurguladım, yani tümüyle Ergenekon, derin devlet, AKP’nin kimi politikalarını iki yüzlülüğünün sonucudur bu, yoksa başkalarıyla ilişkilendirmenin bir mantığı yok, yani Batasuna ile hiçbir alakası yoktur bu sürecin.

Bazı çevreler var, daha liberal, demokrat çevreler ki onlar DTP’nin kapatılmasına çok da büyük tepkiler verdiler doğal olarak. Fakat sadece işin Anayasa Mahkemesi boyutuyla ilgilendiler. Bir diğer taraftan bu Cemil Çiçek’in, başbakan, cumhurbaşkanının yapmış olduğu açıklamaları göz ardı ediyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

EY: Doğrusu demokrat ve liberal çevrelere baktığımızda, aslında Türkiye’nin aydını, Türkiye’nin demokratları belli. Her dönem duruşları net. Mesela kimin liberal, kimin demokrat olduğunu da anlamakta güçlük çekiyoruz. Yani dün, gerçekten bir çok şeyi desteklediğini, alkışladığını söyleyenler bugün getirip süreci bir yerlere bağlıyorlar. Yani ayrıştırma sürecindeler. “DTP’ye evet ama Kürt sorununun çözümüne hayır”, “Kürt kelimesine hayır” veya “Bunun dinamiklerine hayır” gibi bir sürü söylem içerisindeler. Eğer Türkiye’de bu sorun çözülecekse bu sorunun muhatapları var. Rğer bu sorunu yaratan, bu sorunun tarafı olanlarla bu sorunu çözmezseniz, kalkıp kendinize başka yapay taraflar bulmanızın bir mantığı yok. Evet, Türkiye”deki bir çok demokrat kesim, bir çok sendikalar, bir çok belki liberal diyeceğimiz bir takım köşe yazarları, aydınların açıklamaları her ne kadar kınama yönünde olsa da ciddi bir tepki de yok. Baktığımız zaman sürecin doğru bir evreye geçmesi için çok ciddi bir çaba da yok. Biz bunu böyle değerlendiriyoruz.

Bu demokratik açılımı değerlendirirsek bu sürecin yerel seçim sonrasında başlaması sizin için bir tesadüf mü ve DTP’nin kendi bölgesinde yüksek oy aldıktan sonra başlaması sizin için bir tesadüf mü?

EY: Hayır, tesadüf değildir. Çünkü şu düşünülüyordu; dikkat ederseniz özellikle 29 Mart seçimlerinden önce AKP başta Dersim, Diyarbakır olmak üzere, Amed olmak üzere bir çok yeri alacağını söylüyordu. Hatta hatta bir çok söylemlerinde DTP’yi bölgede sileceklerini söylüyorlardı. Fakat DTP bölgede 56 olan belediye sayısını 199’a çıkardı dolayısıyla çok ciddi bir oy aldı ve seçimlerin ne kadar anti demokratik koşullarda yapıldığını da hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu seçimlerden sonra DTP’nin parlamentoya girdiği günden bu yana gösterdiği performans da göz önüne alınırsa bu sürecin AKP’nin bölgede kendi oylarının tükendiğine, tabanını yitirdiğine dair emareler taşıyor.

DTP’nin çok ciddi bir yükselişi söz konusu. Zaten MHP ve CHP’nin oralarda herhangi bir fonksiyonu da yok. AKP burada bir hamle yapmaya çalışıyor. Bir taraftan demokratik açılımdan bahsederken öbür tarafta insanların kafasını bulandırarak, insanların gerçekten duyguları ile oynayarak kandırma ötesinde bir şey değil. Bu süreç 29 Mart seçimleri ile epey bağlantılı, öyle diyebiliriz.

Son yerel seçimlerde Şişli Belediye başkanı adayıydınız. Şişli’de biliyoruz ki farklı etnik kimliklerden insanlar var. Son seçimde kazanamadınız ama farklı etnik kimliklerden insanlardan oy topladınız. DTP kapatıldıktan sonra partinize bu farklı kimlikteki insanlardan nasıl tepkiler geldi?

EY: Bu soru için teşekkür ediyorum. 29 Mart seçimlerinde buradaki bütün farklı etnik kimliklerin sesi olacağımızı, ‘’Biz de Varız Platformu’’ydu çok net itiraf etmek gerekirse çok ciddi bir oy da aldık. Her ne kadar istediğimiz düzeyde olmasa da özellikle farklı etnik kimliklerde olan başta Ermeniler, Rumlar diğer halklardan insanlarımıza teşekkürlerimi aracılığınızla iletmek istiyorum. Tabii demokrat, aydın insanlar, bizimle beraber bu kaderi paylaşan insanlar, yani bin yıllardır bu topraklarda aynı zulme, aynı baskıya, aynı sömürüye, aynı asimilasyona, jenoside maruz kalan insanların tepkileri ortaktır, duyguları ortaktır.

Bir çok dostumuzdan, bir çok çevreden, bir çok arkadaşımızdan dayanışma mesajları, dayanışma ziyaretleri alıyoruz. Şu iki gün içerisinde de İstanbul il örgütümüze de, genel merkezimize da bu yönlü dayanışma mesajları veriliyor ve yine arımız bizzat duygularını bizimle paylaşıyor. Şu bilinmelidir ki bugün her ne kadar sorun başta şu anki haliyle Kürt sorunu ise, Kürt sorununun çözümü ise ama biz DTP olarak şunu hep söyledik; halkların kardeşliğini şiar aldık, hiçbir söylemimizde başka bir halkı öteleyen, dışlayan bir söylemimiz olmadı. Başta gerçekten ciddi bir katliama, sürgüne maruz kalan Ermeniler, Rumlar ve diğer halklar… Bu sorun aslında biraz da Türklerin sorunu. Şu anda aslında çözülmesi gereken Türklerin sorunudur.

Öyle bir sıkıntı var dolayısıyla bu sorunların tümünün çözülmesi, tümünün hak ettikleri demokratik, özgür ortama kavuşması için ciddi çabalar sarf ediyoruz ve bundan sonra da dayanışmamız devam edecektir. Ben inanıyorum ki 2.5 milyon oy almış bir partinin kapatılmasına Türkiye’de biraz vicdan sahibi olan, Türkiye’de biraz demokrasiye inanan, biraz halkların kardeşliğine inanan herkesin kenetlenmesini de beraberinde getirecektir.

DTP kapatıldıktan sonra yaşanan olaylarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Eylemler yapıldı bununla ilgili ve eylemcilerin üzerine ateş açıldı, bir çok provokasyon yaşandı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

EY: Bu süreci biz ilk yaşamıyoruz, bilindiği gibi beş tane daha partimiz kapatıldı ama tepkiler bu denli sokaklara taşınan tepkiler değildi. Artık yeter demenin de sonudur bence. Bu ülke gerçekten 30 yıldır kana, gözyaşına doydu. Seçimlerde sizler de yakından takip ettiniz gerçekten bütün yoksulluklarına, sıkıntılarına, fakirliğine, ezilmişliğine rağmen güçlerini DTP’de birleştiren yığınları düşünün. Savaşta babalarını, kardeşlerini kaybeden çocukları düşünün. Eşlerini kaybeden insanları düşünün. Evlatlarını kaybeden anaları düşünün.

Metropollerde belki çok hissedemiyoruz bunu ama bir Diyarbakır’da, Batman’da, Ağrı’da, Van’da, Muş’ta yani bütün umutlarını bu sürecin çözümüne endeksleyen, gerçekten canını, malını, varlığını her şeyini ortaya koyan bu halkın parlamentodaki temsilcilerini parlamentodan atıyorsunuz dolayısıyla partisini kapatıyorsunuz yani bir halkın bütün umutlarını, barış taleplerini kapatıyorsunuz dolayısıyla sesini sokaklara taşıması da çok doğal. Hatta son günlerde son derece yanlış vurgu da var, yanlış bir duygu sömürüsü de yapıyorlar, “çocuklar taş atıyor” diye, evet çocuklar taş atıyor ama düşünün bir ülkede, bir mahallede bir gösteri var ve bu çocukların babaları yok, bu çocuklar aç, bu çocuklar kardeşlerini, ağabeylerini kaybetmiş.

Bu çocukların zindanlarda babaları, ağabeyleri, ablaları var. Hatırlayın, Yüksekova’da polisler kameraların gözü önünde çocukların kolunu kırıyordu. Van’da top oynayan çocuğun gidip dipçiklerle kafasına vurup eziyordu. 4 yaşındaki çocuğun Mardin’de öldürdüler, Koşuyolu Parkı’nda 13 tane çocuğu öldürdüler, Uğur Kaymaz 12 yaşındaydı 13 kurşunla öldürüldü. Bu çocukların tepkisinin olması kadar doğal ne olabilir?

Ayrıca dikkat edin mesela daha dün yaşandı, Pazar günü Dolapdere’de İstanbul il örgütümüzün önünde yapılan basın açıklamasına daha önceden bir siyah cipin gelip silah ve paralar dağıttığı gruplar halkın üzerine ateş açtılar ve ne yazık ki hükümet, ben gerçekten anlayamıyorum hani izah artık almıyor, yaralanan insanlar cezaevinde, kurşunu sıkanlarsa serbest. Tayyip Erdoğan’ın bir açıklaması vardı, “halkımız kendisini savunur, silahını alsın savunsun”.

Genelkurmay eski başkanlarından Yaşar Büyükanıt’ın defalarca medyaya yanıysan söylemleri vardı; “biz halımızdan topyekün mücadele istiyoruz, topyekün tepki bekliyoruz, sokağa çıkmalarını istiyoruz”, Mersin’de bayrak provokasyonları vardı. Şimdi düşünün bu kadar korkunç, bu kadar top yekün bir saldırı içerisinde halkları birbirine kırdırmaya, ırkçılığı, şovenizmi bu kadar körükleyen bir sistemde tepkilerimiz son derece demokratik, son derece yasal tepkiler. Hassasiyetlerimiz var. Yoksa siz bugün silahlı kişiyi ortada bırakırsanız o insanlar yarın öbür gün insan öldürecektir. Muş Bulanık’ta eski bir korucu, eski mi değil mi onu da tam bilmiyorum ama korucu olduğu kesin olan birisi elinde bir tane kaleşnikofla çıkıp göstericilerin üzerine kurşunlar yağdırıyor, iki arkadaşımız bugün öldü, ikisi ağır dokuz yaralı var. Bu nasıl anlaşılır, nasıl izah edilir?

Siz nasıl görüyorsunuz? DTP’lilerin üzerine ateş açmaları için 500 lira teklif etmişler bu insanlara ve bu insanlar kabul edip bir şekilde bunu yapmışlar. Nasıl bir psikolojidir bu? Yani sadece milliyetçilik ile açıklanamaz bu durum. Toplumsal bir yönü de var, insanlar 500 lira için bunu yapabiliyorlarsa bence gerçekten tedirgin olmalıyız ve bir şeyleri değiştirmeye çalışmalıyız gibime geliyor.

EY: Katılıyorum size, ben de bunun sadece milliyetçilikle, şovenizmle belirli bir orantıda olduğunu düşünmüyorum. Şunu düşünelim, mesela hepimizin yaşadığı metropolde 15 milyon insanımızın yaşadığını söylüyoruz, bugün işsizlik oranı had safhada, bugün 400-500 lira için bir ay boyunca asgari ücretle çalışıyor ve çok zor koşullarda çalışıyor. Bir çok insan sendikasız, bir çok insanın iş güvencesi yok. Fuhuştan tutun uyuşturucuya kadar bir çok alan almış başını gidiyor. Dolayısıyla toplumda her şeyden önce çocuğuna bakamama, açlık histerisi de var. Toplumu aç bıraktılar, toplumu yoksullaştırdılar, toplumu gerçekten köleleştirdiler ve köleleştirdikleri insanlara 300-500 lira verip, ben izledim röportajı ve ürperdim gerçekten o silah atan vatandaşlardan biri “500 lirayı verin bana ben gidip insan rehin alayım” diyor. “kimi istiyorsanız alayım” diyor, “ben cebime bakarım, açım, açım” diyor. Yoksa, ‘DTP’liler gösteri yaptı, ben de çıktım silah sıktım’ diye böyle bir şey yok.

Muhakkak provokatörleri var, muhakkak Ergenekon mu dersiniz derin devlet mi dersiniz, kendisine bu işten pay çıkaran ırkçı faşistler mi dersiniz ne derseniz deyin ama sosyal, gerçekten bir travmadır, bir dramdır her şeyden önce. Burada yeri gelmişken onu da söyleyeyim örneğin Kanarya’da 17 yaşında bir Türk çocuğu Molotof atılarak bir otobüste enfeksiyon kaptı dolayısıyla öldü, ben buradan ailesine de başsağlığı diliyorum. Gerçekten hepimizi üzmüştür bu ve benzeri olaylar. Ama aynı gün Diyarbakır’da bir üniversite öğrencisi arkadaşımız katledildi 2 metreden kurşun atılmak suretiyle ve ne yazık ki failleri bulunmadı.

Bunu neden söylüyorum, inanın o Molotof olayını kesinlikle tasvip etmiyoruz, kesinlikle ve kesinlikle karşı çıkıyoruz buna ama o molotofu atan genç ne ise, her kimse onun da bir sıkıntı, bir travma yaşadığı ortadadır. O da kesinlikle öyle bir şeyin olmasını istememiştir. Yani toplumda halkları birbirine düşürmek için yoksullaştırdılar. Yıllar önce bir şey söylüyorduk buradaki emekçi arkadaşlarımıza, o da şuydu; “Bu savaş sizlere de dokunuyor. Yapmayın, etmeyin, farkında olun. Sizler belki bugün canınızdan, belki köyünüzden, belki çocuklarınızdan almıyordur ama cebinizden alıyordur. Hergün ekmeğimiz küçülüyor.

Her gün yoksullaşıyoruz. Her gün bu savaşa 400-500 milyar dolar gidiyor. Yapmayın bunu”, diye, diyorlar ya hani bize dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ama bugün o yoksulluk herkesi vurdu. Bugün Türkiye’nin bu kadar acı yaşamasının altındaki yegane güç budur. Dolayısıyla bugün 500 milyona yapan insanlar yarın başka yerlerde de ortaya çıkacaktır. Evet gerçekten tedbir alınması gerekir. Gerçekten benden çok psikologların, benden çok toplum bilimcilerin işidir ama sorun ciddidir gerçekten.

Demin söylediniz ama soru olarak yöneltecektim, DTP’nin kapatılması direkt Kürt halkını susturmak mıdır? Bu devlet algısının “iyi Kürt”, “uslu Kürt” yaratma projesi olarak ya da en azından bu projenin bir adımı olarak değerlendiriyor musunuz? Zira ülkede yaşanan bir çok şovenist gösteri var, etkinlikler var, insanların öldürülmesine varacak kadar bizatihi eylemler var. Fakat buna tepki gösteren parlamentoda sadece DTP ve bir tane Ufuk Uras o da bağımsız bir milletvekili. Yani bu bir yerde Kürt halkını bastırmaya, sindirmeye yönelik mi, ne düşünüyorsunuz?

EY: Şunu görmek lazım, demin de söyledim, egemen güçler için yıllardır Kürt halkı yoktu, “kartkurt”tan bugün Kürt halkının varlığından bahsediliyor. Kürt halkının varlığından bahsederken, haklarından da bahsedilmeye çalışıldı. Hatırlanırsa Kenan Evren bir takım söylemlerde bulunmuştu. Yine Tayyip Erdoğan, Diyarbakır’da bu sorunu kabul edip devlet adına özür dilemişti. Sonra bu süreç üç adım geriye gitti daha sonra ağustos başlarında açılım’dan bahsetti ama şu hep yapıldı; tarih boyunca hep beyaz Kürtler yaratılmaya çalışıldı, yani ‘benim Kürtüm’ yaratılmaya çalışıldı. Ne denildi? ‘Kürtlerin neyi eksik, Kürtler de milletvekili, bakan hatta cumhurbaşkanı olabilir’, ‘Kürtler de Kürtçeyi konuşmasa, kendisini Kürt olarak tarif etmese, herhangi bir talebi olmasa sorun mu var, evlerinde Kürtçe konuşsunlar’ denildi ama mesele sadece bir dili konuşmak değildi. Türkiye kamuoyuna bunu açıklamanın artık ukalalık ve saygısızlık olduğunu düşünüyorum.

Bugün Kürt sorununun varlığından bahsetmek de ayrıca Kürtlere de haksızlık, dolayısıyla yapılmak istenen tam da şudur; Kürtü tamamiyle teslim almaktır, Kürt sorununu tamamiyle kendilerince bitirmektir ve Kürt’ün diline, ağzına kilit vurmaktır. Sadece Kürt’e de değil, demin de vurguladım gerçekten evet bizim her ne kadar Kürt eksenli siyasetimiz olsa da biz Türkiye’deki bütün halkların, Türkiye’deki bütün ezilmişlerin, bütün ötekileştirilenlerin, bütün yoksulların, bütün mazlumların partisi olduğumuzu her seferinde söyledik. Her seferinde bunun için ciddi çabalarımız da oldu.

Her ne kadar yansıtılmasa da zaten parlamentodaki bizim arkadaşlarımızın bu son dönemdeki gayretlerinden dolayıdır. Çünkü korktular. Çünkü DTP Tuzla’daki tersane işçisinin sorunlarıyla da ilgilenmeye başladı, Trakya’daki çiftçinin sorunlarıyla da ilgilenmeye başladı. Ve bu savaşın anlamsız olduğunu, bu sorunun çözülmesi gerektiğini, çözülmemesi halinde her gün yeni insanların ölebileceğini dile getirdiğinden dolayı DTP’yi susturmaktır bu. Bunun başka bir izahı da yok zaten. İki buçuk milyon oy almış bir parti ve bu parti çözüm yerini parlamento olarak görüyorsa bunu susturmaktır. Dolayısıyla sustururken de olabildiğince kanlı susturmaktır.

Dikkat edilirse yine Tayyip Erdoğan’ın bir söylemi vardı, “sil baştan yaparız”, bu ne demekti; “biz savaşı sıfırdan aldık tekrar tüketene kadar devam ederiz”. Bugün katliamlar başladı, insanlar ölüyor, takır takır kurşunlar saydırılıyor ve hiçbirisinin faili yakalanmıyor. Adamlar Trabzon cinayeti ile başladılar sonra Hrant’a geldiler döndüler bugün başkalarını tehdit ediyorlar. Yani aynı şey, yani kendisine hafif tepki gösteren, demokrasi isteyen, özgürlük isteyen her kesimi, her halkı bastırmak temel şeyidir, yoksa sorun sadece DTP de değil. Bugün DTP her alanda mücadele etmeye devam edecektir, başka yolu yok.

Birkaç hafta önce İzmir’de yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Organize bir şekilde DTP konvoyuna saldırıldı.

EY: İzmir olayları da aslında bu süreci ateşleyen başlangıç fitillerinden biri diyebiliriz. Çok organize bir olaydı. Sizler de basından takip etmişsinizdir, ben bizzat olayın içerisinde olan arkadaşlarımızla da görüştüm. Örneğin polis otosu konvoyun önünü keserek daha önceden organize olmuş çeşitli noktalarda ellerinde beyzbol sopaları, satırlarla bekleyen gruplar diyelim, faşist, ırkçı kesimler kitleye saldırdılar. Kadın, çocuk demeden ciddi bir korku yaratıldı.

Ama her zaman bu tarz şeyleri biliyoruz. 70’lerde, 60’larda da yaşadık. Bir faşist algısı var, belli partilerin, belli ocakların olduğu ama bu sefer biraz farklı gibiydi. Yani modern, şehirli, modern diye tabir ettiğimiz şehirli insanlar da oradaydılar ve taş atıyorlardı. Bunu nasıl değerlendireceksiniz? Bu biraz kaygı verici bir gelişme değil mi? İzmir kozmopolit bir kent oysa…

EY: İzmir kozmopolit bir kent, doğrusu İzmir’in tümüne bunu indirgemek, tümüyle eşleştirmek çok haksızlıktır, çok doğru değil. Özellikle onu yapan kesim için söyleyecek olursak, dikkat edecek olursak İzmir’de son dönemlerde “kapalılar” ve “açıklar” diye bir söylem var. Kürtler son dönemlerde orada baya şey yapıldı ama yine işin özünde mevcut iktidarın, mevcut AKP hükümetinin ve özellikle CHP, MHP’nin ortak bir senaryosuydu. Evet, elinde taş atan modern bir kız, işte göbeği açık, saçları röfleli bir genç kızın elinde kocaman bir kaya parçası. Yani bu inanın yine son dönemlerde yaratılan histerinin bir sonucudur. Orada körüklenen bir histeridir, yoksa orada İzmir’in özellikle demokrat yapısı ortada olan bir kentin böyle bir şey yapması bizi de şaşırttı.

Çanakkale’de oldu, başka yerlerde oldu ki muhtemeldir bundan sonra özellikle batı illerinde, küçük ilçelerde bu tür şeyler yaşanacaktır ama İzmir’de olan olaylar dikkat ederseniz daha sonra başka kentlere de yayılmaya başladı, bugün işte İstanbul, yarın öbür gün bu kadar ciddi iç içe geçmiş kitlelerin yaşadığı kentlerde bunlar kaygı verici şeylerdir.

Yavaş yavaş röportajın sonuna geliyoruz. Bundan sonraki süreçle ilgili –ki en önemlisi bu herhalde- gerek DTP’nin süreci nasıl değerlendirdiği gerekse Kürt halkının süreci nasıl değerlendirdiği hakkında ne düşünüyorsunuz? Dağa çıkmalar mı başlayacak yoksa daha farklı bir şekilde mi devam edecek siyaset arayışı?

EY: Dağa çıkmak bizim tercihimiz değil. Dağa çıkmak isteyen dağa çıkıyordur zaten, bunu kimse engelleyemiyor.

Bu olaydan sonra artar mı?

EY: Bu olaydan sonra tepkiler önemli. Şimdi bakın DTP siyasal, demokratik zeminde mücadeleye devam edecektir. Biz Türkiye’de barışın egemen olacağına inanıyoruz. Bugün olmazsa yarın mutlaka Türkiye’de barış kazanacaktır. Mutlaka Türkiye’de halkların kardeşliği vuku bulacaktır. Dolayısıyla demokratik zemindeki mücadelemiz her koşulda devam edecektir. Çünkü bizim daha önce de milletvekili arkadaşlarımız hapsedildi, partilerimiz kapatıldı, onlarca, yüzlerce arkadaşlarımız cezaevlerine gönderildi. Dolayısıyla biz bu mücadeleden vazgeçmedik. Biz bir halkın temel talebi olan demokrasi, özgürlük gibi temel taleplerimizi bunlar böyle kapattı diye rafa kaldıracak, çok marjinalleşip onların istediği tarzda halkların boğazlaşmasına zemin sunacak bir yapımız olmayacak. Kürtler her alanda mücadelelerine devam edeceklerdir.

Türkiye’de yaşayan insanların, Türkiye’deki mazlumların, demokratların, emekçilerin, Türkiye’deki bütün halkların özgürlüklerine, hak ettikleri insanca yaşama kavuşmaları için, Türkiye’de barışın mutlaka ve mutlaka kazanılması için biz bütün zeminleri zorlayacağız. Bütün imkanları kullanacağız. Dağa çıkmak isteyenler dağa çıkar, oralarda siyaset yapmak isteyenler orada yapar fakat biz meşru demokratik zemini esas alacağız. Barışı esas alacağız.

Teşekkür ediyorum programımıza katıldığınız için.